İngiliz Gazeteci Yazar Patrick Cockburn: "Suruç saldırısının, Türkiye'de siyasi gündemi giderek artan oranda ülkenin Suriye savaşına dahil olmasını belirlediği" ve "Yanlış taktik seçen Türkiye giderek Suriye'deki şiddet sarmalının içine çekilecek" tespit eden görüşünde haklı çıktı.
Yazarın, Nisan 2014'te  "MI 6, CIA ve Türkiye'nin Suriye'deki Kurnaz Oyunları" başlığı altında yayımlanan makalesinde  ileri sürdüğü iddiaları da yeniden gündeme gelmiş oldu: "MİT ile IŞİD ve El Kaide'nin Suriye'deki kolu olan Nusra Cephesi arasındaki ilişki", "ABD, İngiltere ve Türkiye'nin koordinasyonu ile hazırlanan planda Libya'da Kaddafi yönetimine ait silahların Türkiye'ye taşınması ve Türkiye toprakları üzerinden Suriye'deki "silahlı gruplara" aktarılmasının öngörüldüğü", "plan belgelerinin 2012 yılının başlarında "ABD Başkanı Barack Obama ve Başbakan Erdoğan'ın yanı sıra Suudi Arabistanlı ve Katarlı yetkililer arasında bir anlaşmanın olduğu",  "ABD, İngiltere ve Türkiye'nin koordinasyonu ile hazırlanan planda Libya'da Kaddafi yönetimine ait silahların Türkiye'ye taşınması ve Türkiye toprakları üzerinden Suriye'deki "silahlı gruplara" aktarılmasının öngörüldüğü" gibi çok ciddi iddiaları var.

Türkiye giderek Ortadoğu bataklığının içine çekilirken, müttefik, dost denilen ülkelerin Türkiye üzerinden ve Türkiye ile Ortadoğu'da sınırların yeniden belirlenmesi hamlesinde yeni bir sürece girdikleri söylenebilir.
Türkiye'nin Suriye sınırında yürütülen çatışmanın parçası olduğu bugün çok anlamlı. Lozan Barış Anlaşması'nın imzalandığı gün... Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kuruluşunun ilanı... Ve gerçek bir barış sürecinin de başlangıcı. Türkiye kendi coğrafyası kadar dünyadaki barış için önemli bir ülke. Atatürk'ün veciz ifadesi olan "Yurtta sulh, cihanda sulh", aynı zamanda dış politika ilkemizdi. "Stratejik derinlik" ve  "sıfır sorun" safsataları  ile temel ilkelerinden uzaklaştırılan Türkiye'nin, çatışma dehlizindeki yeri açığa çıkarak derine, en derine çekilmeye başlandı...
                                                              
* * * 
          
İçeride ağırdan alınan koalisyon görüşmeleri ile siyasal belirsizlik içine çekilmişken ve de özellikle dört bir koldan CHP'yi koalisyona iterek kendi içinden eritme çabaları yoğunlaşmışken; hem dış, hem de iç ölçekli sıkıştırılma hali üzerinde değerlendirme yapacak birlik beraberlik ortamının olmadığı bir süreçte, oldu bittilerle karşılaşacağımız pek çok başlık var önümüzde. Nitekim, KKTC'de, 20 Temmuz son kez kutlanmış olabilir. Kapalı kapılar ardında yürütülen görüşmelerle, KKTC, "Birleşik Kıbrıs Federasyonu" adı altında yeni bir yapının içinde eritilecek gibi görünüyor... Türkiye, asıl güçsüzleşenin komşumuz Yunanistan olduğunu düşünürken üstelik...
Ulus devlet yapısı ile coğrafyasının güçlüsü olan Türkiye, Lozan Barış Anlaşması ile gücünü tüm dünyaya ilan etmişti. Yıkılmış ve parçalamak üzere planlar, anlaşmalar hazırlanmış bir İmparatorluğun küllerinden yepyeni bir devlet çıkarmıştı ortaya Atatürk. Yıkıntıdan doğduk. Eskiyemeden, "yeni" etiketi ile paketlenmeye başlandık. Ve bugün, tahrip edilen pek çok değer ile Batı ile bağlarımızı onların çıkarlarına indirgemiş, sürüklenip dururken, bu çözülüşte Batı ile işbirliği içinde olanların Batı değerlerine karşı çıkan kişilerden oluşması ne büyük bir ironi. Bugünün "barış" kelimesi, savaşkanların sloganı.
"Lozan'da bağımsızlığın tadı var. O tadı almış bir ulusun bağımsızlıktan başka seçeneği olamaz. Bugün teslimiyetçilerin iktidarda oluşu, ulusun teslimiyetçi olduğu anlamına gelmiyor. İktidarlar değişir, devlet ve ulus kalıcıdır. Lozan'daki Türkiye'yi geri çağırmak, Lozan'ı sahiplenmenin Sevr'i hortlatmak isteyenleri hüsrana uğratmak anlamına geldiğini anımsatmak hepimizin görevi. Lozan'la eşit devlet olduğunu dünyaya duyuran Türkiye'ye teslimiyetçilik ve teslimiyetçi siyasetçiler yakışmıyor." diyordum önceki bir yazımda. 
Lozan barış demekti, devlet, millet, bağımsızlık... Bugün eli kanlı örgütlerle sıkıştırıldığımız süreçte özlem duyduğumuz herşey!... Belleğimize eski diyerek yerleştirmeye çalıştıkları Türkiye; güçlü ve itibarlı bir ülkeydi. Sadece bölgede değil, dünyada da barışın sembolü olan bir ülkeydik.
Gramsci'nin dillendirdiği bir deyiş geldi aklıma:'eski öldü, ancak yeni henüz doğmadı..." Bugün içine çekilmeye çalışıldığımız sürecin özeti gibi... Bizi biz yapan ve güçlü kılan tüm değerlerimizin alaşağı edildiği, her alanda talanın içine itildiğimiz, tek görüntünün yıkıntı olduğu bir süreç.

Ülkemiz tanınmaz halde ve fena halde sürükleniyoruz...
Derine, en derine...
Üstelik, bu itilişin vebalinin ne denli ağır olacağını görebilecek derinliği olmayanlarla.
Cumhuriyetle var ettiğimiz, çağdaşlık, ulus, devlet, bağımsızlık, özgürlük, barış.... hepsi  içini demokrasi ile doldurmaya çalıştığımız kavramlardı. Cumhuriyetle kurduğumuzu, "demokrasi" ile yıkacaklarını, "barış" adı altında savaşa itileceğimizi öngöremeyenlerin vebalini ödüyoruz. Taçlandırmamız gereken laik Cumhuriyetti. Laikliğe meydan okuyan sahte demokratların peşine takılan sözde solcular, sözde liberaller ve adlarını sürekli değiştirerek örgüt kimliğini siyasete taşıyanlarla bugünlere geldik...
Nereye gideceğiz? İşte üzerinde düşünmemiz istenmeyen en önemli soru... Yaratılan sonuçları konuşmakla oyalanıp, nedenler, niçinler üzerinde durmamamızın, vebali olanları sorgulamamamızın telkin ve tembih edildiği bir tuhaf derinlik hali (!) içindeyiz... 
Lozan'ın ruhu ile hala ayaktayız. O ruhu canlı tutması gereken CHP, umarız tuzağı görür ve AKP ile koalisyona girerek erimeyi seçmez ve devleti ayakta tutmanın yolunu arayıp bulur...