Değerli okurlarım, başta bazı futbolcular olmak üzere medya dünyasının önde gelen kimi figürlerinin "evet" söylemiyle başkanlık konusunda almış oldukları tavır tartışılmaya devam ediyor.
Evet kampanyasının taraftarları, bu tavırları bireysel özgürlük düzleminde değerlendiriyorlar. Dolayısıyla oldukça normal buluyorlar. Bu tavrı eleştiren kitleyi ise demokrasiyi içselleştirmede başarısız bir kitle olarak tanımlayarak karşı eleştiri geliştiriyorlar.
   
Keşke her şey onların söylediği gibi olsaydı...
Ama kazın ayağı öyle değil. Burada sorun olan, kişilerin özgür iradeleriyle siyasal bir tavır geliştirip bir kampanya yürütmesi değil. Tam tersine yürütememesi!
    
Çünkü kişilerin hem evet hem de hayır cephesinde özgür iradeleriyle bir siyasal tavır geliştirmeleri engelleniyor. Evet diye sosyal medyaya fırlayanların büyük bir kısmı iktidardan bir beklenti içinde olanlar. Örneğin kampanyanın başlatıcısı konumundaki eski futbolcu Rıdvan Dilmen, Kasım 2016'da, 2019 yılında yapılacak Türkiye Futbol Federasyonu seçiminde başkanlığa aday olacağını açıklamıştı. Özerk olması gereken bu yapının son yıllarda siyasal iktidar tarafından ne ölçüde biçimlendirildiği ortada iken, Dilmen'in bu çıkışı onun için rasyonel. Değil mi?
    
Dilmen gerçekten başkanlığı gerekli bir değişim olarak gördüğü için mi "evet" diyor, yoksa futbol dünyasındaki kendi başkanlığına erişmek amacıyla siyasal destek sağlayabilmek için mi? Bu sorunun yanıtını belki de bir tek kendisi biliyor...
    
Diğer taraftan, kampanyanın mikro örneklerinin firmalarda, kamu kurum ve kuruluşlarında ve üniversitelerde görülmeye başlandığına yönelik haberler geliyor. Düşününüz. Sizleri işten atma konusunda tam yetki sahibi bir müdürünüz var. Müdürünüz size; "ben evet diyorum, sen de evet diyor musun" şeklinde bir sosyal medya mesajı göndermiş. En azından evet demezsem, başıma bir şey gelir mi diye düşünmez misiniz? Ya da müdürünüze karşı, bazı çalışma arkadaşlarınızla hayır kampanyası yürütmeyi göze alır mısınız? Üniversite personelisiniz. Rektörünüz başka bir üniversitenin rektörüne, ben evet diyorum, sen de evet diyor musun şeklinde kamuya açık bir kampanya mesajı gönderdiğinde, işinizi, geleceğinizi düşünerek, olağanüstü hal koşullarında, hayır kampanyasına katılabilir misiniz? Ya da kaçımız katılabiliriz?
Koşullar hiç de adil değil anlayacağınız. "Demokrasi yarışı" eşitler arasında yapılmıyor.
* * *
Neden bilmem, aklıma 1980 İhtilali sonrası yıllar geldi. 1982 Anayasası referandumu öncesinde çıkarılan 71 nolu MGK kararı ile anayasayı tanıtmak serbestti. Ancak eleştirmek yasaktı. Kararın metni tam da şöyleydi: Parlamenter demokratik rejime sağlıklı ve güvenli bir biçimde süratle geçebilmeyi sağlamak amacıyla düzenlenmiş olan Anayasanın geçici maddeleri ile Devlet Başkanının  Radyo-Televizyonda ve yurt gezilerinde yapacakları Anayasa tanıtma konuşmaları hiçbir surette eleştirilemez ve bunlara yazılı veya sözlü herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Trajikomik bir durum vardı. Halk, anayasaya evet ya da hayır demek için sandığa çağrılıyordu. Ancak sandığa çağrılanlar neden hayır denmesi gerektiğini açıklarlarsa suç işlemiş oluyorlardı. Kenan Evren, her gün TRT'de evet propagandası yaparken, hayır demek suç olmuştu. Öyle ki, İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığı, halkoyuna sunulacak anayasa taslağını eleştirdiği gerekçesiyle tutuklamalar bile yapmıştı.
O dönemde, bir üniversitemiz "demokrasiye yaptığı katkılardan ötürü" Kenan Evren'e fahri profesörlük ve hukuk doktorluğu payesi bile vermişti!