Yıllar önce bir poliklinik günümdü. Oğlu askeri okulda okuyan bir baba fikir almak için başvurmuştu. Oğlunun askeri okulda çok başarılı bir öğrenci olduğunu hatta yanlış hatırlamıyorsam dönem birinciliği adaylarından olduğunu söylüyordu. Fakat okul idaresinden kendilerine ulaşan haberde çocuklarının çok ciddi bir psikiyatrik hastalığı olduğu söylenmiş ve şizofreni tanısı konularak tedaviye başlandığını ifade etmişti. Baba haklı olarak kaygılıydı. Başarıları ile belki de ileride ordunun baş kademelerinde görev yapmasını umduğu oğlunun bir akıl hastası olduğu ifade edilmişti. Ama babanın içinde kuşkular vardı.
Dış görünümü ve konuşma içeriği ile klasik sol düşünce eğilimli bir kişi izlenimi veren baba; 'size garip ve inandırıcı gelmeyebilir ama ordunun içinde çok haksızlıklar ve baskılar oluyor. Bu sebeple ben oğlumun rahatsızlığından emin olamıyorum' diyor ve ekliyordu 'Sizin iyi bir hekim olduğunu duyduk. Eğer oğlumuz şizofreni hastası ise biz bununla başa çıkabilmek için mücadele etmek istiyoruz. Ama tanının sizin tarafınızdan onaylanmasını istiyoruz' demişti.

Aslında bu konuşma, babanın oldukça olgun ve çözüm arayan üslubu dışında birçok şizofreni tanısı almış ailenin şaşkınlığı ve çaresizliği ile benzerdi. Birçok aile de tıpkı bu baba gibi hastalığa ihtimal vermek istemiyorlar, evlatlarının yaşadıklarına anlamlar verip, bu hastalığın olmamasını diliyorlardı. Hatta aynı bu baba gibi bir doktorun koyduğu tanıyı kabullenemeyip doktor, doktor gezerek farklı bir bakış ve umut arıyorlardı.

Babaya GATA gibi bir yerde, bu kadar başarılı ve gelecek vaat eden bir gence bu kadar hatalı bir tanı konulma ihtimalinin çok düşük olduğunu söyledim. Ama yine de oğlunu görmeden bir değerlendirme yapmamın mümkün olamayacağını ifade ettim. Bu arada ben çocuğu görene kadar da GATA tarafından başlanmış tedavinin hiç aksatılmadan devam edilmesini, çocuğun iyi olmasının belki de bu ilaçlar sayesinde olduğunu söyledim. Baba işbirliğine çok yatkındı. 'Bizim artık oğlumuzun askeri geleceğinden bir beklentimiz yok. Onun sivil hayata geçmesini planlıyoruz. Ama şizofreni hastalığı varsa da sivil hayatta yaşayacağı zorluklar için mutlaka tedavi edilmesini istiyoruz' demişti. O anda, hastayı görmeden önce kafamda hastanın şizofreni olamayacağı yönünde kaygı neredeyse yok denecek kadar azdı. Kullandığı çok yüksek dozlu ilaçları düşününce hiçbir hekimin bu kadar insan hayatını etkileyebilecek bir tanıyı hatalı koyabileceğini aklım almıyordu.
Birkaç hafta sonra askeri okuldan ayrılmış olan genç, muayene amaçlı karşımda duruyordu. Oldukça zeki olduğu her halinden belli olan genç öyle bir hikaye anlatıyordu ki belki de hastalık buydu. Çok başarılı olduğu halde tam sınav günü zorla 'sen hastasın' denilerek psikiyatri servisine yatırmalar ve oldukça yüksek dozlu şizofreni ilaçları verme hikayesi. Defterinin arasına çizdiği bir şekil; şizofreni belirtisi olduğuna dair kanıt kabul edilmişti. Anlattığı hikaye tamamen bir komplo hikayesiydi. Ama zaten paranoyak özellikler gösteren şizofreni hastaları da hep komplolardan bahsetmezler miydi? Bir hekim olarak zorlanıyordum. Karşımdaki gencin en küçük bir şizofreni belirtisi yoktu ve yüksek doz ilaçlar kullanıyordu. İlaçlarını kesmek büyük bir tıbbi hata olup, bu kadar düzelmiş bir hastanın tekrar hastanelere yatmasını gerektirebilecek kadar tehlikelere de sebep olabilirdi. Gence yaptırdığım psikolojik testler de sağlıklı olarak çıkmıştı.

Aklımda bir komplo olabileceğine dair en ufak bir şüphe yoktu. Olası en yüksek ihtimal ilaçlarla gencin tamamen düzeldiği, çok düşük bir ihtimal ise hekimlerin büyük bir hata yaptığıydı. O gün için hele ki GATA gibi bir hastanede bunun pek mümkün olmayacağını düşünüyordum. Aileye ve gence aklımdaki tüm bu duygu ve düşünceleri aktardım. İlaçlarını kesmenin büyük riskler oluşturabileceğini söyledim. Ama ilaçlarını azaltarak sık görüşmelerle yeniden durum değerlendirmesi yapmamızın uygun olacağını belirttim. Her görüşmede çok az dozu azalttım. İlaçsız hale geldiğinde genç hala en ufak bir şizofreni belirtisi göstermiyordu. Aileye ilaçsız dönemde arada görüşmeler olmak kaydıyla da en az 1 yıl takip yapılmasının gerektiğini ve en ufak bir gözlemde bana tekrar başvurmalarını istedim. 1 yıl tamamlandığında aileye yine de rahatsızlık için pay bırakarak artık görüşmelere gerek kalmadığını, bir sorun yaşarlarsa mutlaka tekrar başvurmalarını söyledim.

Aradan yıllar geçti. Aile ile bir daha görüşmedik. Öyle sanıyorum ki, bir sorunları olsa aramızdaki ilişki sebebiyle mutlaka bana ulaşırlardı. 15 Temmuz sürecine kadar bu hikayeyi ben hep GATA'daki hekimlerin büyük tıbbi hatası olarak düşünüyordum ve hâlâ bir ihtimal belki de genç tekrar hastalanıp bana başvurabilir diye de temkinli davranıyordum. Ama bu süreç; FETÖ denilen; dini aracı kullanıp; insanlığa zarar verme çetesinin, her türlü kötülüğü yapma konusunda göz kırpmayacaklarını gösterdi. Sadece üst düzey komutan, toplum önderlerine değil, gelecekte bu ülkeye büyük hizmetler verebilecek gencecik insanların hayatlarını karartma pahasına insanlıktan uzak; acımasız ve vicdansızca zarar veriyorlardı. Kim bilir kaç kişi, bu lafta 'alnı secdeye gelen' şeytanlarca hayatlarını apayrı bir şekilde yaşamak zorunda kaldılar. Ülkemde kim bilir nice pırıl pırıl değerlerini sırf bu beceriksizlerin adamları iş başına gelsin diye harcandı.