Devlet Bahçeli'nin; "Mevcut olan fiili durumu, hukuki hale getirmek için bir Anayasa değişikliğine ihtiyaç vardır." diyerek düğmeye bastığı cümle, aynı zamanda sürecin sakatlığının ve hukuk dışılığın itirafıdır. Ancak ironik olan, bu durumu eleştirmesi gereken muhalefet anlayışından gelinen sonucu yasallaştırma çabasına girişen muhalefete evrilmiş olmaktır. İktidarı ile muhalefeti ile fiili duruma göz yuman ve hukukun dışına çıkmış olan bir Meclis, sorumlu tutulması gerekirken, rejim değişikliğinin yasallaştırılması sürecini yönetecek. Hem iktidarın hem de muhalefetin "fiilen değişti" diyerek hukuk dışılığı ilan edilen rejim, boş kağıtlara imza atarak iradelerini ipotek altına alan vekillerle önce Meclis'e, sonra topluma onaylattırılacak. Özet bu mudur? Budur!...
          
Başkanlık sisteminin Türkiye'ye uygun olmadığı yaygın bir kanaat olması nedeniyle, fiilen uygulanan Başkancı rejimin anayasal statüye kavuşturulmasının, ülkede giderek hissedilen baskıcı yapıyı kalıcı hale getireceği konusunda haklı bir kaygı oluştu. Fiili başkana tutunarak var olanlar; rejim, sistem tartışması altında yoğun bir propaganda başlattılar. 
          
"Rejim değişmeyecek, sistem değişiyor" diyerek, Cumhuriyet'e atıf yapılmaya başlandı. Cumhuriyet yerinde kalıyor derken, bunu "rejim" olarak ifade edenler adeta aklımızla dalga geçiyorlar. Cumhuriyet rejim değildir, devlet biçimidir. Bu biçim altında demokratik ya da otoriter bir rejim kurulabilir. "Demokratik sistem", "otoriter sistem" ayrımında, ortak özelliklerden söz ediyoruz. Farklı demokratik ve otoriter biçimler karşımıza "rejim" olarak çıkıyorlar. 
           
Rejim, belli bir yerde uygulanan sistemi anlatıyor ve başkalaşan da aslında rejimlerdir. Bir sistemden ilham alır ama başka bir sistemin özellikleri ile inşa edebilirsiniz rejiminizi. Şu anda Türkiye'de olduğu gibi. Adı demokrasi!... Uygulamalara bakıldığında, demokrasinin olmazsa olmazı muhalefetin; söylem, hareket  ve etki alanının iktidarca çizilip sınırlandırıldığı, sadece görüntü vermesi için tahammül edilen dar bir alana sıkıştırıldığını, iktidarın bu sayede etki alanını giderek genişletip baskı uygulayabildiğini ve bu baskı ortamını kalıcılaştıracak bahaneler icat ettiğini görebiliyoruz. 
          
Algı operatörleri, "Cumhuriyetle sorunumuz yok" mesajını bu kez, "Başkanlık" yerine, "Cumhurbaşkanlığı" sistemi ile  anlatmaya başladılar. Aslında, önerilen ya da tasarlanan kurumsal kurgu aynı. "Başkanlık" adı altında değil de, cumhurbaşkanlığından dolanarak; tıpkı, iğneden korkan çocuğa, iğne yaparken, "acımayacak" denildiği gibi bir yaklaşımla, rejimde fiilen dönüşümün, yasal zemine taşınması sürecinin kesintisiz ilerlemesi amaçlanıyor.  
          
Nitekim; Numan Kurtulmuş'un, bir demecinde özetlediği üzerinde düşünmeye başlasak yetecek:"..... tam, güçlendirilmiş bir başkanlık modelidir üzerinde durduğumuz. Adı cumhurbaşkanlığı olabilir, başkanlık olabilir. Bu ayrı bir şey.  Ama mahiyeti güçlendirilmiş bir başkanlık sistemi ve yürütmenin yetkilerinin tek elde toplanmasıdır............. kapsamlı bir anayasa değişikliğinin yapılabilmesi herhalde başka bir zamana bırakılacak. Şu anda üzerinde durduğumuz konu, Türkiye'de başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı sistemi diyebileceğimiz bir sisteme geçişin alt yapısını sağlayacak olan anayasal değişikliktir."
         
Tam da, toplumun tüm kaygılarının toplandığı yeri işaret etmiş: Kapsamlı (ayrıntılı, köklü....) değişiklik daha sonra... Anlaşılıyor ki;  Türkiye bıçak sırtında. Hepimizin ama özellikle düğmeye basan MHP Başkanı'nın bu satır arası açıklamaları iyi değerlendirmesi gerekiyor. 
       
AKP'nin teslim aldığı Türkiye'nin rejim sorunu yoktu. Bugün hepimizi  "tek adam iktidarı"nı kabullenmeye zorlayan "yeni" kodlu Türkiye'nin, iradeler serbest bırakılsa rejimle sorunu yok; iktidarın rejimle sorunu var.  
       
Sürekli bir ajandası var iktidarın: Başkanlık. Fiilen oluşan tek parti devletini yurttaşı da zorunlu ortak edecekleri bir yasal kılıfa oturtmak. Tembih, telkinle kabul noktasına sürüklenirken, herkese bir bedel düşüyor; toplumca ödediklerimiz, kurumsal kayıplarımız dışında maddi ve manevi  yeni bedeller... Artık iktidarı değiştirmeyi hiç konuşamıyoruz, iktidarın değiştirmek istediklerine koşullandırılıyoruz. Ve bu iklimde kurulan sandıklardan irademizin çıktığına/çıkacağına inanmamız tembihleniyor. 
           
Siyaset, artık yurttaşın refah ve özgürlüğünün mücadele alanı değil, yurttaşı kontrol etmenin adı. Terör başlıklı -bir türlü çözülemeyen ama zaman içinde toplumu, devleti, kurumları çözen- bir tehdit hep var, ama etnik ama dini kökenli. İki koldan devlete, kurumlara sızan sürekli bir tehditle  gelecekle ilgili kaygıların katlanarak arttığı toplu bir  mutsuzluk hali içindeyiz.
           
Bu tablodan bir sözleşme (anayasa) çıkar mı? Üst akılın, ortak aklın dışında ve ipotekle kabul ettirerek oluşturacağı  yasa, meşruluğun değil, fiili durumun yasası olacak. Fiili durum bu yolla meşrulaştırılamaz, yasallık meşruluk demek değildir. 
           
Süreçte vebali olanlar çok, ancak iradelerini boş kağıtlara imza atarak boşaltanlar ve hukukun peşinde koşmak ve temsil ettikleri muhalefetin hakkını vermek yerine, fiili durumu kalıcılaştırmaya kalkışanların vebali hiç unutulmayacak.
           
Türkiye, eninde sonunda milli iradeyi toplumun iradesini yansıtacak biçime dönüştürecek birikime sahip. Kişilerin, kendi belirledikleri vekil ve yöneticilerle iradeler üzerinde kurdukları ipotekle yer edinmeleri ve yerlerini korumalarının mümkün olamayacağı süreçler için,  bugünler bir sınav niteliğinde. Sınava, soru sorma reflekslerimizi çoğaltarak hazırlamalıyız. Örneğin; Sayın Kurtulmuş, kapsamlı derken neyi amaçladıklarını açıklamalı. Bahçeli, anayasaya uymak yerine, fiili duruma uyum sağlamayı seçtiğine açıklık getirmeli. Kendilerini var eden parlamenter sistemle aralarının bozulmasına yol açan nedenler nelerdir? Toplumun temel sorunlarının rejimle ilgisi nedir? Neden Meclis, toplumun sorunlarından daha çok "Başkanlık" sorunu ile ilgilenmektedir? .........gibi.....
         
Fiilen yarattıklarına kılıf ararken, Türk usulü bir sistem, cumhurbaşkanlığı sistemi gibi, kendilerinin de inanmadığı kavramlar üreterek ne kadar zorlanıyorlar!... Kabullenmek yerine, soru soran bir toplum olursak, fiilen oluşturdukları rejimlerine zorlama sistem arayanların, kendi üretimlerini yasallaştırmalarına memur edil(e)meyiz!...