Değerli okurlarım, Rusya Federasyonu'nun dünya siyasetinde ağırlığını giderek arttırdığı bir süreçten geçiyoruz. Bu tezi doğrulayan en önemli verilerden birini ABD'deki başkanlık sürecinde yaşanan bir tartışma oluşturdu. ABD'de, bir başkan adayı (Demokrat Parti adayı Hillary Clinton), diğer başkan adayını (Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump) Putin'in kuklası olmakla eleştirdi. Eleştiriye uğrayan başkan adayı (Trump) ise diğerine (Clinton), Putin'in ona saygı duymadığını ifade ederek karşı atağa geçti. Öyle ya da böyle, Rusya, ABD başkanlık seçimlerinin temel polemik konusunu oluşturmayı başardı.
Aynı durum uzunca bir süredir Ortadoğu'da da geçerli. Rusya ile Suudi Arabistan arasında yapılan petrol arzının sınırlandırılması konusundaki anlaşma birçok dengeyi değiştiriyor. ABD de bir karşı atak ile İran ile işbirliği arayışında.
Ukrayna fiilen Rus ve Batı etki sahaları arasında bölündü. Rusya, Kırım'ı ilhakının ardından Rusların yoğun olduğu Doğu Ukrayna'da da etkinliğini arttırıyor.
Türkiye-Rusya ilişkileri beklenmedik bir hızla gelişti. Türkiye ve Rusya devlet başkanlarının önemli dış politika adımlarını atarken birbirlerine danıştıkları haberleri basına yansıyor.
Tüm bunlar bölgesel ve küresel dengeler açısından oldukça önemli. ABD'de dahi siyasi tartışmaların merkezine taşınan Rusya, petrol fiyatlarının düşük tutulması ve ona karşı alınan diğer ekonomik tedbirlere rağmen, küresel aktör kimliğini ortaya koyuyor.
Türkiye, bu süreçte Rusya'yla ilişkilerini geliştirirken, geçmişte Batı bloğunun bir unsuru olurken düştüğü hataya düşmemeli. Kritik sektörlerde bu güce bağımlı kalmamalı. Yeni enerji koridoru anlaşmaları, Rusya'ya enerji bağımlılık düzeyimizi daha arttıracak bir sonuç doğurmamalı.
ABD'ye bağımlılığın yıkıcı sonuçlarını 1950'lerden beri yaşadık. Yaşamaya devam ediyoruz. Hangi güçle olursa olsun, bağımlılık ilişkilerinin ürettiği olumsuz sonuçları dikkatle değerlendirmeliyiz.