Film harika bir parça ile açılıyor!
Taa yüreğinizin derinliklerine kadar işleyen bir parça...
"Simon and Garfunkel"den, "Sessizliğin Sesi (The Sound of Silence)".

Ekranda, trende seyahat eden, küçük bir oğlan çocuğu...
Cama dayanmış, kestirmeye çalışıyor.
Nasıl da tatlı!

Bir yandan o muhteşem şarkıyı dinlerken, içiniz ısınıyor bu güzel oğlan çocuğuna...
Daha ilk sahnesinde filmin büyüsüne kapılıveriyorsunuz!

"Tamam!" diyorum ben de, oturduğum seyirci koltuğumdan.
"Şimdiden sevdim bu filmi ben...
Ne yazacağımı biliyorum bu hafta köşemde."


Dedemle bu yaz

Filmin başında tanıştığınız küçük Theo, güzel ablası Lea ve sevimli ağbisi Adrien ile birlikte, Fransa'nın o muhteşem Provence bölgesine, daha bir kere bile görüp tanışmadıkları Dedeleri Paul'ün yanına, yaz tatilini geçirmeye gidiyorlar. Üstelik Paul Dede'nin bu ziyaretlerinden haberi bile olmadan!
Annelerinin yıllar önce dedeleri ile yaşadıkları anlaşmazlıktan sonra dedelerine tavır koyması yüzünden, kendilerini görmeye yaşadıkları Paris'e gelen anneannelerini tanır ve çok severken, dedelerini tanıma ve sevme fırsatını bulamamışlar.
Anneleri, babaları ile boşanma süreci ile zor bir döneme girince, çocukları anneanneleri ile dedelerinin yanına Provence'a gönderme durumunda kalıyor.
Üç kardeş, anneanneleri ile trenden indiklerinde, dedelerini, yıllar sonra, ilk kez görüveriyorlar.
Dede de garda bu sürpriz ziyareti görünce afallıyor... Yıllardır kendisini arayıp sormamış kızı, bir haber bile vermeden, üç torununu, kendisinin yanında, tüm bir yaz tatili için yollamış durumda.
Elektronik yoğun "Google dünyasından" gelmiş birer uzaylı misali bu torunlarla, Pronvence'ın doğal güzellikleri ile dolu hayatı içinde, nasıl iletişim kuracağını bilmez halde, kalıveriyor.
Bu çemberi ilk kırabileceği isim ise minik "Theo" oluyor. İşitme engelli, dünya tatlısı ve güzeli Theo!
Ablası ve ağbisi gibi, internet üzerinden sanal dünyalarda kendini var etmeye endekslenmemiş olan Theo, Paul Dede'si ile Province'in muhteşem  doğası içinde dedesinin dünyasındaki güzellikleri paylaşmaya ve yaşamaya çok daha yatkın ve açık durumda!
Her şey, o zeytin ağaçları, tavuklar, mistik rüzgarlar altında, Theo ile dedesinin buluşması ile güzelleşiyor ilk...
Onların buluşması, Province'ın o güzel doğal ortamı içinde, en doğal şekilde, el ele tutuşmaları ile başlıyor...
Lea ile Adrien için ise, durum daha zor!
Onlar için, gençlik dönemlerinin en heyecanlı ve hareketli zamanlarında, hele Paris gibi yıldız bir metropolden sonra, dağ başında, kendilerini huysuz bir dede ile birlikte bulmaktan daha acı bir durum olamaz herhalde(!)
Oysa, filmde Paul'ün şiirsel bir şekilde anlattığı üzere, Paul Dede Provence'da hayatı yaşıyor!
Paris'de insan zamanın nasıl geçtiğini anlamadan günler geçiveriyor. Oysa, Provence da, Paul, zamanın geçişini izleyebiliyor. Onun günü gözünün önünden defile yapar gibi zarafetle geçiyor.
Paul'ün doğa, toprak, zeytin ağaçları ile muhteşem bir ilişkisi ve bağı var!
O zeytin ağaçlarının her biri O'nun çocukları gibi... Hepsine büyük bir özenle ve sevgi ile bakıyor ve büyütüyor. Zeytin ağaçlarına olan bu ilgisi ve sevgisi, çok sevdiği kızı ile paylaştığı ve yıllarca yaşadığı bir şey!
Muhteşem doğası ile büyüleyen Provence da, Lea ve Adrien gibi gençler için de çok güzel ve renkli bir hayat var oysa. O harika doğanın içinde, minik festivallerle, partilerle, danslarla, gençlerle dolu...
Paul Dede ve torunlarının dünyalarının buluşacağı ve büyüteceği çok şey var!  Onlar birbirinin hayatına girdikçe acı, tatlı yaşayacakları çok şey var.  Hayatı daha iyi anlayıp, kucaklayabilecekleri şekilde...
Paul Dede'nin dediği gibi "Hayatın hayal gücü bizimkinden fazla!"...
Provence'da zeytin ağaçları arasındaki bu güzel serüvene siz de davetlisiniz!