Foça...
Güzelim sahil kasabamız. Doğası, yemekleri, neşesi, birbirini selamsız geçmeyen güzel insanlarıyla sıcacık...
Baş kahramanız yaşlı adam oranın çok tanınmış bir terzisi.
Dükkanına bir giriyoruz... Güneş ışıklarının içeri süzülmesi ile aydınlanan o dükkan, bizi sanki zamanda bir yolculuğa çıkarıyor. Eskilerden bir kaşık tat çalıveriyor dilimize. Ne de güzel geliyor!
Baş kahramanımız yaşlı adam, tatlı mı tatlı bir insan. Papağanı, birbirlerine karşı özel bir ilgi duyduklarını buram buram hissettiğiniz yakın dostu olan o hoş ve güzel kasabalı kadın ve her sabah hal hatır sorup sohbet ettiği kasaba halkı ile hayatını sürüyor.
A, bir de bir an bile gözünün önünden gitmeyen oğlu ile yaşadığı anlarla...
Oğlu İstanbul'da çok başarılı bir iş adamı. Büyük şehrin karmaşasında, iş, güç, aile derken aslında çok sevdiği babasını eskisi gibi aramaz sormaz olmuş. Varsın aramasın, sormasın, o hiç hayıflanmıyor bu durumdan...
Evlatçığı bir tane yaşlı adam için!
Sadece gurur duyuyor oğlu ve oğlunun büyük şehirde başardıkları ile!  
Ne var ki rahatsız yaşlı adam...
Oğlu hastalığını haber alınca hemen gidiyor Foça'ya ve çok sevdiği babasını İstanbul'a yanına getiriyor tetkikler için. Yaşlı adam rahatsız oluyor bu durumdan. Oğluna yük olacak, O'nun İstanbul'daki düzenini bozacak diye üzülüyor...
Oysa İstanbul'da lüks evinde, iki çocuğu ve eşi ile, inanılmaz yoğun ve stresli bir iş temposu içinde yaşayan oğlunun hayatına hoş bir esinti, sıcacık bir gülüş, kocaman sevgi dolu bir yürek yaşlı adam...
Aileden kimse doğru düzgün konuşmayınca, eve destek veren dünya tatlısı, aynı zamanda geleneksel bir insan olan, bu yüzden de anne tarafından hor görülen, Fatoş'tan öğrendiği "Hee" dışında konuşmayan torununun konuşmasına vesile oluyor.
Yine ailede kimsenin anlamak için çaba göstermediği büyük torununu, yürekten dinleyip, ilgi alanlarını paylaşıyor, O'na sanal oyunda değil gerçek hayatta domatese hayat vermeyi öğretiyor.
Üstelik bunları, sosyetik gelini büyük bir kibarlık içinde O'nu her fırsatta hor görüp, O'ndan utanç duyarken, oğlu ne kadar istese de O'na yeterince zaman ayırmaz, ilgi göstermezken yapıyor!

***

Film böyle ilerledikçe de ince ince içinize işliyor, sevgili okurlar. Yaşadığınız modern hayatın sahte yüzü ile sizi bir güzel yüzleştiriyor. O modern hayatın sizi nasıl sarıp, sarmalayıp, kalbinizi, ruhunuzu dondurduğunu...
Sevdiklerinize ayırdığınız zamandan çala çala her gün sizi daha da çok nasıl esir ettiğini...
Geçmişin bin bir güzellikteki anlarını taşıyan izlerini sizden nasıl tek tek aldığını...
Böylelikle de içinizden çok esaslı bir parçayı koparıp sizi nasıl bambaşka birine dönüştürdüğünü...
Hepsini o kadar güzel yaşatıyor ve sizi öyle bir sarsıyor ki... Yaşamanız gerek!
Modern hayatın yoğun temposu, gerekleri kisvesi altında ürettiğiniz tüm bahaneler bir bir suya düşüp yok olurken...
Hayatta asıl değerli olanlar en zarif şekilde su üstüne çıkıyor!  
Baş kahramanımız yaşlı adam, oğlu kadar size, "Yaşadığımız her şey çok kıymetli evlatçım, bizi hatırla..." diye sesleniyor.

Sevgili Okurlar!
"Bizi Hatırla" filmine...
Kendiniz için hakikatli bir "Zafer" kazanmak üzere...
HARARETLE DAVETLİSİNİZ!