Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki; her an bir yerlerden mizahla kara mizahın harmanlandığı bir olay, bir anı, yaşanmış bir öykü karşımıza çıkmayagörsün!
İktidarın üzerimize üzerimize yığdığı kara bulutların getirdiği bunaltı içinde hadi buruk da olsa biraz gülümseyelim.
Birinci yaşanmış öykü usta çizerlerimizden Semih Balcıoğlu'nun ağzından. Öyküde Aziz Nesin de var:

Bir gün Balcıoğlu ile Nesin, Akbaba'nın iç kapısında karşılaşırlar. O gün gazetelerde şöyle bir haber yayımlanmıştır:
Bisikletle dünya turuna çıkan Fransız kıza; İtalya, İsviçre, Yugoslavya, Yunanistan'ı geçerek geldiği Edirne'de çoban tecavüz etmiştir.
Balcıoğlu, gazete haberini Nesin'e gösterir:
-Okudun mu bugün turist kıza yapılanı? Ne kadar ayıp...
Hazırcevaptır Nesin:
-Okudum. Hiç de ayıp değil! Bizim gösterecek başka neyimiz var ki?
Yıllar önce yaşanmış olay insanı bugünlere nasıl da getiriyor...
      *
İkinci öykümüzün kahramanı bu kez Aziz Nesin'in doğrudan kendisi.

Elleri arkadan kelepçeli, sağında solunda birer jandarmanın eşliğinde yaya olarak Bursa Adliyesi'ne götürülmektedir. O gün kentte bir hareketlilik vardır. Caddelere Türk bayrakları asılmıştır.
Aziz Bey, biraz munis gördüğü jandarmaya, "Şu kelepçeleri arkadan değil de önden bağlasanız, canım yanıyor" dese de isteği yerine gelmez. Diğer jandarma, arkadaşı jandarmaya, "Adliyenin yerini biliyorum. Tören kalabalığına aldırmayıp ana caddeden gidelim" der. Böylelikle iki jandarma ile jandarmaların arasında elleri arkadan kelepçeli Aziz Nesin, kendilerini bir anda tören kortejinin içinde bulurlar. Caddenin iki yanına sıralı Bursa halkı Aziz Beyi tanımayıp, onları da törenin bir parçası olarak algıladıklarından, "Yaşa, var ol!" diye tezahüratla alkışlarlar. Halkevlerinin kuruluş yıldönümü kutlandığı içindir tören.
      *
Üçüncü öykümüz, geçen hafta 13 Ekimde sonsuzluğa uğurlayışımızın yıldönümünde andığımız hemşehrimiz Halikarnas Balıkçısı'ndan.
      
Balıkçı, yayımlanan öyküsü nedeniyle Bodrum'da kalebentliğe mahkum olmuştur. O da jandarmalar eşliğinde Ankara'dan mahkumiyetini çekeceği Bodrum'a doğru bazen yaya, bazen araçla yola çıkar. Sonunda Yatağan'a ulaşırlar. O gece Yatağan'da nezarette kalacak, ertesi gün yola devam edecektir. İşin ilginci nezarethanede görevli astsubay bir biçimde Balıkçı'nın yazar olduğundan haberlidir. Akşam el ayak çekildiğinde nezarethanenin kapısına gelir, Balıkçı'ya, "iyi akşamlar", der ve derdini söyler. Yatağan'da bir kadına âşık olmuştur ancak içe kapanık yapısından dolayı bir türlü açılamamaktadır. Balıkçı da yazar olduğuna göre acaba kendi ağzından kadına hitaben bir aşk mektubu yazabilecek midir?.. Balıkçı, bu isteğe bir öfkelenir ki sormayın gitsin. Sonra düşünür, astsubayın istediği alt tarafı masum bir sevgi ifadesinin kâğıda dökülmesidir. Öfkelenerek doğrusu haksızlık etmiştir. Seslenir, özür diler, kâğıt kalem ister ve astsubayın ağzından meçhul sevgiliye hitaben aşk sözcüklerini kâğıda döker. Ertesi gün astsubay erkenden nezarethanenin kapısına dayanır. Mektup, olumlu sonuç vermiştir. Sayın yazar acaba yeni bir tane daha kaleme alabilir mi? Peki, der Halikarnas Balıkçısı, onu da yazar. Ertesi gün astsubay daha bir sevinçlidir. Çünkü işler yolunda gitmektedir. Acaba yeni bir mektup daha... Balıkçı bu kez haklı olarak öfkelenir. Daha Bodrum'a gidilecek yolu vardır ve Bodrum'a varmadığından henüz mahkûmiyet süresi işlemeye başlamamıştır, bu kez yazmayı reddeder.
        *
İşte hiç de yabana atılmayacak yaşanmış öykülerden bir buketi sizlerle paylaştım değerli okur. Umarım iyi gelmiştir!
İyi gelmenin ötesinde; bu yaşanmış öykülerden bir yerlere gönderme yapmak istiyorsanız meydan sizin, buyurunuz!