Bir 8 Mart klasiğini geride bıraktık yine.  Her yerde etkinlik vardı. Ama artık  "etki" yok.  Sayısal olarak artan etkinliklerle bir şeyler yapılıyor görüntüsü içinde, kadın hakları alanının boşaltılışına karşı bir şey yapılamaz halimizi biriktiriyoruz.
Cumhuriyetle kazandığımız haklarımız var; kullanılabilirliği her geçen gün azalan. Özgür ortam ve hukuktur hakların güvencesi. Giderek hepimiz özellikle de kadınlar daha fazla güvencesizleşiyoruz.
Son verilere bakınca; Kadınlar Günü olarak "kutlama" başlıklı haberlerin medyada sayısı artarken, kadına yönelik şiddet haberleri azalmış. Bu şiddetin ve cinayetlerin azaldığı anlamına gelmiyor. Gün başına en az bir kadın cinayeti olduğuna dair istatistikler var. 2017 yılının ilk iki ayı için verilen rakam 67. Ne şiddet ne de cinayetler durmuyor/durdurulamıyor.
          
Yanarak ölen emekçi kadınların anısına atfen başlatılan bir günün içeriği boşaltılarak kutlamaya dönüşmesi, sadece anlamı saptırmıyor, yapılması gerekenlerden de alıkoyuyor bizleri. Bilip bilmeyen birilerinin kendilerini gösterme amacıyla kadından yana söylemleri ile demokrat kimlik vurgusu ile kendilerini pazarlamalarına dönüşüyor. Birileri de çıkıp, kadın/çiçek edebiyatı yapıyor; kadın insandır diyecek yerde.
           
Eşitlik hepten unutulan bir kelime, eşitlik vurgusunun yerini yaşamımızda giderek yok edilen adalet almaya başladı. "Cinsiyet adaleti"(!) diyorlar. Hukuk ve eşitlikten uzaklaştıkça, adaletten de uzaklaştığımızı bu başlığa sıkıştırarak konuşanlar anlatamazlar, anlatamıyorlar da zaten.
          
Etkinliğe koşullu bir 8 Mart'ı daha geride bırakırken; kronik sorunumuzu işleyen bir reklam filmi derin bir etki/iz bıraktı. Tam anlayacağımız dilden ve aydınlık yüzleri ile Anadolu  insanımızın sesi ile seslendi tüm topluma. Filli boya, Özgecan'ımız ile tüm canlarımıza yandığımız süreçte de ekrandaki simsiyah renkle kazınmıştı aklımıza.
           
Son süreçte kadına yönelik çarpık mesajlara, önyargılara yanıtlar var bu reklamda. Pek çok spot filmini geride bırakan, içten, yürekten. Kadın özgür olmalı, kızlar eğitilmeli, okula gönderilmeli, çocuk gelin olmamalı, kadına el kalkmamalı, kadın elbette gülecek, kadın elbette sokağa çıkacak, erkekler kadın sorununa sahip çıkmalı ve kadın öldürülmez!.... Verilen mesajların hepsi kanayan yaralarımıza dokunuyor.
Biri çıkıp özetliyor: "Eğitimli olan toplum bunları konuşmaz"!..
Bir diğeri, kadınların kazanımlarını Atatürk'e borçlu olduğunu vurgularken, başkası; "Bizim için yapılanı bizler sahiplenmeliyiz" diyor.
Başlığa koyduğum ise, hepimizin sesi: "İçimizde hep bir sessiz çığlık"!...
Seslerini içine gömen bir toplumuz; içine ağlayan, içine kaçık. İçimize yuvarlıyorlar hepimizi.  Bir dış kabuk örülüyor sürekli. Tıka basa acılarla yoğrulup/yorulmuş bir toplumun yarası içine kanıyor.
        
Reklam filmi büyük ses getirdi. Çünkü sesimizi seslendirdi. İçimizde olanı dışa vurdu. Hep kalıplara dökülerek, siyasetin geriye ittikleri ile özdeşleştirilmeye çalışılan Anadolu insanının gerçek aydın yüzünü gösterdi.
          
Baskılar, özellikle "kadın" üzerindeki baskılar kalkmadan sorunlar çözülemez, birikir, tortulanır, kadına, kadın üzerinden tüm topluma yığılır. Tutsaklığa, kendiliğimizden tutsak olmamızın tembihlendiği baskıcı süreçten geçerken, sadece kendi özgürlüğü ile yetinmeyip, hepimizin özgürlüğü için kocaman bir parantez açan ve "Kadınlarımız için anca beraber, kanca beraber" diyen Gözde Akpınar'a sadece kadınlar için değil, tüm toplum adına teşekkür etmeliyiz.   
          
Cumhuriyet bir kadın devrimidir. Gözde Akpınar gibi yürekli kadınları yetiştiren bir devrim. Cumhuriyet aslında kadındır. Bu sayede toplum içinde bir yerimiz, duyurabileceğimiz sesimiz oldu. Evimizin duvarlarının dışına çıkabildik. Tüm tembihlere, telkinlere, hatta tehditlere karşın özne olmayı seçen kadınlarımız kadar özgür olmayı sürdüreceğiz.
           
Bizi içimize kaçırmaya çalışan tüm baskılara hepimiz adına verdiği yanıtta, Gözde Akpınar'ın yalnız olmadığını hepimizin bir şekilde hissettirmesi gerekiyor.  
Sesli düşünen bir Türkiye; içine değil, dışına kaçık yaşayan özgür bir toplum... Bu, her zaman düşümüz olmaya devam edecek.  Düşlerin gerçek olması için çaba gösteren herkese özellikle de kocaman yüreği ile sesimiz olduğu, Atatürk'ün yüreğimizdeki yerini işaretleyerek bizi yeniden umutlandırdığı  için Gözde Akpınar'a teşekkürler.