Rusya ile Türkiye'yi karşı karşıya getiren ve giderek tırmandırılan uçak krizi, acaba sadece Türkiye ile Rusya arasında bir sorun mu?
Yeniden üretilmeye çalışılan "soğuk savaş" söylemi bu süreci açıklar mı?.... örter mi?!...
Bölgede, uzun süredir ABD ve AB eksenli oynanan oyun, "Türkiye üzerinden" yürütülürken, "Türkiye ile" biçimini alınca, Türkiye'nin itildiği yalnızlığın, Rusya'nın da eklendiği bir boyuta taşınması, bu oyunu kuranların ve oyuna dahil edilenlerin çıkarlarına hizmet ederken, Türkiye'yi giderek daralan bir kıskaca almış olmuyor mu?
Rusya'nın tutumunun, ABD ve yandaşlarının politikalarına onların yöntemi ile yanıtı olarak düşünülmesi Türkiye'nin bundan böyle izleyeceği stratejiler açısından faydası daha fazla olmaz mı? Karşılıklı misillemeler ile sürecin tırmandırılması yerine, bölgedeki aktörler ve onların rolleri ile uzun erimli beklentileri üzerine odaklanan bir dış politika perspektifi; Türkiye'nin  -"değerli" tanımıyla içselleştirerek benimsediği-  yalnızlığa iyice itilerek, buradan elde edeceklerinin hesaplarını yapanların planlarını bozmaz mı?

Müttefiklerin(!) destek veriyor gibi, kenarda duruşla, özellikle AB politikaları üzerinden, Türkiye'ye yanaşıyormuş gibi yaparak, özellikle kendi içlerine almak istemedikleri mülteci sorununu Türkiye'ye ihale ettiklerini; AB'ye vize kolaylığı üzerinden yakınlaştığımız izlenimi ile örtmek gerçekten mümkün mü? Çıkarları kadar yakın, alabildikleri kadar dost olduklarını göremiyor olabilir miyiz gerçekten?!..
Putin'e kendi ülkesinin çıkarlarını kolladığı için karşı olmak ve onu yerden yere vurmak, bizim çıkarlarımızı kolladığımızın değil, öfke ve kızgınlığın, aklın değil, duyguların dışa vurumu olduğu gibi, AB konusunda gerçeği dile getiren Sarkozy'nin, "Türkleri kandırmak ve AB'ye katılabileceklerine inanmalarına izin vermek hata. Türkiye ile sıkı ilişkilere sahip olmalıyız, ortak çıkarlarımız var. Ama Türkiye AB üyesi olmamalı" sözleri üzerinden Sarkozy'ye verip veriştirmek yerine, üzerinde düşünmek daha akılcı değil mi? Bu sözler zaten öteden beri AB'nin uyguladığı ve uygulamaya devam ettiği politikanın özeti değil mi?!..
Uçak krizi sonrasındaki çekimser  ABD ve AB politikalarının, Putin Rusya'sının politikaları ile düşümdeştiği noktanın "zayıf ve yalnız bırakılan bir Türkiye" olduğunu düşünmek safdillik mi olur?

Rusya'nın Türkiye üzerinden ve Türkiye ile dünyaya vermek istediği bir mesaj yok mu? G-20'ye damgasını vuran Putin'in şu çıkışı değil miydi: "G-20 üyeleri arasında IŞİD'e destek verenler var".
Aleni suçlamanın ardından yaşandı uçak krizi. Ve ardından Paris'te gerçekleştirilen, İklim Değişikliği Zirvesi'nde fotoğrafta Putin yoktu!...
Sorun Türkiye ile Rusya ile sınırlı değil; sorun, büyüklerin oyununda Türkiye'nin Ortadoğu bataklığına iyice çekilmesi... Ve de, Türkiye üzerinden yürütülen ABD ve AB siyasetinin, "Türkiye ile" biçimine evrilmesi. Fotoğrafın merkezine Türkiye'nin taşınmış olması, dış politikada bir başarının değil, uzun erimli stratejilerin olmadığı ve itilip, çekilebilen bir noktaya yerleştirildiğimizdir. Görünürde kendi başına hareket ediyormuş gibi ama gerçekte hareket kabiliyeti her geçen gün daha sınırlanan bir pozisyonda ve mizansende en riskli rolleri üstlenen ülke Türkiye!...
Putin, bundan böyle bölgede atılacak adımlarda Rusya'nın da dikkate alınması gerektiği mesajlarını vermek için her yolu deniyor. Bunun soğuk savaşla hiç ilgisi yok. Sular geriye akmaz. Bugünü, devam edegelen sürecin mantığı ve ilişkileri içinde okuyup değerlendirmek gerekiyor. Başka deyişle Türkiye, etrafında giderek daralan çemberi görerek hareket etmek zorunda. AB'nin lastik top gibi, bir iterek bir çekerek yürüttüğü politikasının en çok AB'ye yaradığı ve son vize hamlesinin de Sarkozy'nin özetlediği biçim içinden okunması; Türkiye'de çıkarlarımızı kollayan bir siyaset var algısının yaratılmasının artık kolay olmadığı, bu oyunun defalarca sahneye konulduğu gerçeğinin, kamuoyunun yanıltılmasının önünde engel olduğu açıktır. Bir süre  sonra, yetkili birilerinin çıkıp yine "kandırıldık" demesine gerek kalmaması için, Sarkozy; "kandırılıyorsunuz" uyarısını yapıyor. Bu uyarıya mı kulak vereceğiz, yoksa hep yaptığımız gibi, söyleyen kişiyi karalayarak mı geçiştireceğiz?
          
Türkiye çok zaman ve zemin kaybetti, bundan sonrası için itidalli ve akılcı politikalar üretmek zorunda. Dış politikayı da, iç politika gibi hamasetle yürütebiliriz düşünce ve gayretlerinin, -yine iç politikadaki gibi dış politikada da, kafa tutan, kafa atan biçim aldıkça- Türkiye'yi yeni çıkmazlara sürüklediğini görebiliyoruz. Bundan böyle, ilişkilerin tırmandırılması yerine, itidal ile hareket edilmesi, dost ve müttefik bildiklerimizin kritik süreçlerdeki çekinik tutumlarının doğru tahlil edilmesi, Türkiye'nin çıkarlarını kollayan bir politika temeli oluşturmak için şarttır. Rus halkının krizle nelerden mahrum kalacağı bizim değil, Putin'in sorunu. Sorun sürerse, Türkiye'nin neler kaybedeceği, sadece karşılıklı yaptırımlarla sınırlı değil, bölge politikası ve bölgesel, küresel ilişkilerin alacağı biçim ve Türkiye'ye yeni fotoğrafta verilecek yer ve rol ile  ilgili. Küçük nokta atışlarına dikkatimiz çekilerek büyük resimdeki yerimizi göremez oluşumuzdan söz etmekteyim.
Önemli bir anımsatma: Hani biz çileye alışıkmışız ya!... Hiçbir toplum, yöneticilerini, kendilerine çile çekmeyi reva görmesi için seçmez. Yöneticilerin görevi, toplumun refahını sağlamak ve sürdürmektir. Tansu Çiller kendisi söylemişti: "Kemer sıkma politikalarını nasıl uyguluyorsunuz?" diye sormuşlar; Türk halkı vefakardır, cefakardır.... yanıtını vermiş... Hâlâ kemer sıkıyoruz... cefa sürüyor... Vefamız, evet o da var; ama gelip geçici yöneticilere değil, adeta açık hapishaneye dönmüş ülkemizde hâlâ biraz olsun soluk alabileceğimiz hava deliği kalmışsa, bunu getirdiği kurumlarla sağlayan Atatürk'ümüzedir.
Çileyi iyi tanıyoruz; refahı, özgürlüğü, adaleti, sosyal barışı, ötekileştirilmeden yönetilmeyi, huzuru, yarınlara umutla ve güvenle bakmayı... Ne zaman tanıyacağız?