Ülkemiz, yığılan iç ve dış sorunlarımızın çözümüne odaklanmak yerine,  erkene alınan sandık vesilesiyle yine ulusun iradesine nasıl ipotek konulacağının çabalarına tanıklık ediyor. Üniversitelerin bölünmesine karşı demokratik tepkilerini dillendiren öğrencisi, çalışanı, öğretim üyesi ile kurumun asıl sahiplerinin sesine kulak vermeyip, tepeden gelen bölünme direktifine evet diyen bir Meclis'in kayıtsız şartsız ulusa hizmet ettiği ileri sürülebilir mi? Kayıtlı şartlı hale gelmiş, tek iradenin temsilcisi bir Meclisin üyelerinin sayısını arttırdığımızda daha fazla demokrasi mi gelecek? Geçiniz!..

Çokluk örtüsü altında tavan yapan tekçi irade ile niteliğin kovuluşunun zirvesini buldu Türkiye'miz. Meclis'i kurum ve kuralları işletecek özgür iradelerle doldurmak yerine, Meclis'e doluşmak oldu amaç. İradelerimizin tecelli edeceği yer olmaktan çıkıp, ipotek koymak üzere konuşlanılan yer oldu Meclis. Ulusu değil, kendilerini Meclis'e gönderen tek seçiciyi temsil edenler konusuna nasılsa çeşitli vesilelerle döneceğiz; şimdi önemli bir uyarıya dikkat çekme zamanı.


Emekli diplomat, Onur Öymen'in CHP'de yöneticilik ve vekillik süreci sona erdikten sonra da uzmanlık alanı olan dış politika konularında ülkemiz çıkarlarının gereği konusunda yaptığı haklı uyarılar, bu konularda duyarlı olanların dikkatinden kaçmıyor. Çabalarını takdir ve şükranla izlediğimiz Onur Öymen; "Kıbrıs'ta kaygı verici gelişmeler" başlıklı yazısında uyarıyor:
"Türkiye'de kamuoyu yaklaşan seçimlerle meşgulken milli davamız olan Kıbrıs'taki bazı gelişmeler dikkatlerden kaçıyor. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı birkaç gün önce yaptığı açıklamada "Guterres çerçevesini" benimseyebileceği yolunda beyanlarda bulundu. Bilindiği gibi, 28 Haziran-7 Temmuz 2017 tarihleri arasında İsviçre'nin Crans-Montana kasabasında yapılan görüşmeler, Rum tarafının "sıfır garanti, sıfır asker" görüşünde ısrar etmesi üzerine başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Türkiye'nin 1960 tarihli Londra ve Zürih Antlaşmalarından kaynaklanan garantörlük hakkı şimdiye kadar işbaşına gelen bütün hükümetler tarafından titizlikle ve kararlılıkla savunulmuştur. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da bu tutumumuzu orada teyit etmiş ve hatta Rumların bu ısrarı karşısında müzakerelerin bu çerçevede sürdürülemeyeceğini ifade etmiştir. Ancak, BM Genel Sekreteri Guterres, 28 Eylül 2017 tarihinde Güvenlik Konseyi'ne sunduğu raporun 24. paragrafında mevcut garantiler sisteminin tek taraflı müdahaleye imkan vermesinin benimsenemeyeceğini ileri sürmüştür. Sayın Akıncı'nın şimdi "Guterres çerçevesinin" kabul edilebileceği yolundaki sözleri Türk tarafının garantiler konusunda da Rumların beklediği tavizi veremeye hazırlandığı şeklinde anlaşılmaya müsaittir. Aynı şekilde, Kıbrıs Türkleri'nin güvenliği açısından hayati önem taşıyan Türk askerlerinin Ada'da bulunmasında da yeterince ısrar edilmeyeceği izlenimi alınmaktadır. Daha önceki toplantılarda da Cumhurbaşkanı Akıncı'nın, Türk tarafının verebileceği toprak tavizlerini içeren bir haritayı BM'ye sunması ile birlikte düşünüldüğünde bu son açıklama Türk tarafının şimdiye kadar Türk hükümetince hiçbir şekilde kabul edilmeyen temel unsurlarda geri adım atmaya hazırlandığı izlenimi vermektedir. İktidarın, muhalefetin, basının ve ilgili bütün kuruluşlarımızın bu milli davada kararlı bir tutum sergileyerek bu gibi hayati konularda taviz verilmesinden kaçınılmasını sağlamaları büyük önem taşımaktadır. Sayın Denktaş'ın Kıbrıs'ın Girit gibi elden çıkarılabileceği konusundaki kaygılarını hatırlamanın tam zamanıdır."                         
KKTC'nin kurucu başkanı merhum Rauf R. Denktaş'ın çizgisinin dışına çıkılması ve yeni yollar arama çabası KKTC için risklidir. Denktaş'ın "Kıbrıs Girit olmasın" tembihi hep kulaklarda olmalıdır.
Onur Öymen'in Kıbrıs uyarısı, İzmir'de, Narlıdere Belediyesi ve İzmir Cumhuriyet okurlarınca düzenlenen Kıbrıs konulu paneli anımsattı. Tanımaktan hep onur duyacağım sadece  KKTC'nin değil, Türkiye'nin de sevgi saygısını kazanmış Rauf. R. Denktaş ve Prof. Dr. Mümtaz Soysal ile konuşmacı olduğum panel sonrasında, Mümtaz hoca; söylenenler burada kalmasın, bir bildiri yayımlayalım dedi ve üçümüzün adı ile aşağıdaki bildiriyi kaleme aldık.    
              
"Bizler aşağıdaki ortak görüşlerimizi Türkiye ve KKTC kamuoylarına duyurmayı ödev biliyoruz" diyerek 28.06.2006 tarihli "İzmir Bildirisi" başlığı ile paylaştığımız o uyarılar hâlâ geçerli:
"Türkiye'nin AB'ye tam üyelik başvurusu dolayısıyla yaşanan çeşitli aldanışlar ve aldatışlar arasında en önemli ve geriye dönülmez sonuçlar doğuracak olanlar, Kıbrıs konusunda yaşananlardır. Bunlar konusunda uyanık davranılmaz ve daha fazla mevzi kaybedilirse, uğranılacak siyasal, ekonomik, diplomatik, askeri zararlar yanında en endişe verecek olanı bu kayıpların Türkiye ve Kuzey Kıbrıs toplumlarında yaratacağı moral çöküntüdür.
Annan Planı konusunda yapılan halk oylamasında Türk tarafının "EVET" demesi karşılığında başta AB olmak üzere çeşitli uluslararası kuruluşlarca verilen vaatlerin hiçbiri yerine getirilmemiştir. Ulaşım, ticaret ve iletişim alanlarındaki ambargolar kaldırılmamış, mali yardımlar sağlanmamış, adada iki toplum arasında gidiş gelişlerin kolaylaştırılması bakımından Türk tarafının yaptığı açılımlar yapıcı hiçbir karşılık bulamamıştır. Bunun ötesinde Türk tarafına "evet" dedirtenler kendi yorumlarıyla Türk tarafının kendi egemenlik haklarından vazgeçtiği, kendi kaderini tayin etme hakkını ancak böyle kullandığı sonucuna vararak dünyayı aldatmışlardır.
Türkiye'nin tam üyeliği için ileri sürülen kriterlere başka adaylara uygulanmayan bir dizi yeni siyasal ve ekonomik kriter eklenmiştir. 1963 yılında imzalanan Ankara Antlaşması Ek Protokolü'nün güneydeki Rum Yönetiminin resmen tanınmasına yol açacak biçimde onaylanması, Türk hava sahası ve limanlarının Güney Kıbrıs uçaklarıyla gemilerine açılması gibi aşırı istemler ileri sürülmektedir.
Bu durumda Türkiye'deki ve KKTC'deki iktidarlarca sürdürülen ve şimdiye dek hiçbir olumlu sonuç vermemiş olan yanlış politikaların terk edilmesi ve yeni bir tutumun belirlenmesi zorunluluk kazanmıştır.
Öncelikle atılacak adım, Türkiye'nin sıkıştırıldığı AB parantezinin dışına çıkarak, adada birbirini resmen tanıyan iki bağımsız devletin aralarındaki sorunları kendilerinin çözmelerini savunmasıdır. Bu, bulunabilecek en gerçekçi, en doğru, en sürekli ve en barışçı çözüm yoludur."

AB ile ilişkilerimiz, hiçbir dönemde bu denli mesafeli olmamıştı. Malum, dillerden düşmeyen "yerli ve milli" siyaset güdüp, ABD'ye de kafa tutar durumdayız. KKTC konusunda tavizkar bir tutum içine girdiğimiz anlamına gelecek açıklamalar, bu sözlerde ifade bulan bağımsız politika ile tezat oluşturmuyor mu?  
Merhum Denktaş'ı sonsuza uğurlamış olmamız, onun tüm yaşamını adadığı, Kıbrıs'ta bağımsız bir Türk devleti mücadelesinin sona erdiği anlamına gelmez. KKTC Cumhurbaşkanı Mustafa Akıncı, Türkiye'nin desteğini almadan geri adım anlamına gelecek bir davranış içine girecek bir riski tek başına üstlenmez. Denktaş'ın adadaki Türk toplumunun egemenlik hakları adına verdiği mücadeleden geri adım atılmaması ve Türkiye'nin garantörlük haklarından vazgeçtiği anlamına gelecek tutum ve açıklamalardan uzak durulması zorunludur. Türkiye'nin kendi içindeki sorunlara gömülmüş halini bir fırsata dönüştürmek isteyenlere karşı temkinli olmalı ve bildiride vurgulanan "geri dönülemez sonuçlar" doğuracak adımlar atılmamalıdır. Aksi durum, AB ile ilişkilerin bozuk görüntüsü altında, AB'nin parantezi içine sıkışmış olduğumuz anlamına gelir.
Kıbrıs, çözmek için fırsat kollanan Türkiye için uç verilmemesi gereken ilmektir.  Ver kurtul zihniyeti kurtuluşun değil,  sıkıştırmalarla almaların kapısını açar.  Sözde soykırım yalanlarının da sebebi olan toprak koparma yollarını açmak için etrafımızdaki kıskaç daraltılmakta. Kıbrıs'ta elde edilen haklar sıkıca korunmalı, garantörlük hakkımızdan asla taviz vermemeliyiz. Hele adadan Türk askerinin çıkarılması asla düşünülmemesi gereken yaşamsal bir konudur.
Türkiye, hem iç, hem de dış politikada kritik bir süreçten geçmekte. Milletvekili listeleri oluşturulurken, bu kıstasın dikkate alınması, itaat edeyim rahat edeyim anlayışındakilere geçit verilmemesi, donanımlı insanların siyasete taşınması çok önemli.

Önemli Not: CHP'nin Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce'ye başarılar diliyorum.  Ülkemiz; CHP ve kendisi için hayırlı olsun. Kendisinden dileğimiz, sataşmalara yanıt vermekle zaman yitirmemesi; yaratılan gündeme teslim olmak yerine,  ülkemizin gündemden kaçırılmak istenen iç ve dış sorunlarını topluma anlatmak için adaylık sürecini bir fırsata çevirmesidir.
Aday artık bellidir ve CHP içinde mücadele vermiş, partili ve tabanı temsil eden bir isim aday gösterilmiştir. Kişiler üzerinden tartışmalar son bulmalıdır. Her partinin kendi adayına sahip çıkarak en fazla oyu aldıracak bir mücadele içine girmesi ikinci turun kapısını aralayacaktır. Evet koşullar olağan değil ve iktidar odaklı bir medyanın algı operatörlüğü yanında, sandık öncesinden başlayan şaibeler dillerde. Tüm bunlar ve daha fazlasını konuşmak için çok geçtir ve  ayrıca demokrasiyi askıdan indirmek için çabalardan vazgeçme nedeni olamaz.
Seçmenin kendi iradesi üzerinde konulan ipoteği kaldırması için ilk önemli adımdır sandığı ikinci tura taşımak!.. Şimdi tek hedef ikinci turdur.