Çam ağaçlarının boyunlarını denize uzattığı, yeşil ile mavinin kucaklaştığı,Kuzey Ege’nin incisi ve gülen yüzü diye bilinir Ayvalık. 22 adası, tabiat parkı, uzun kumsalları, mezeleri, papalinası, zeytini, zeytinyağı, doğal sabunu, tarih kokan sokakları, kedileri, sardunyaları, kırmızı mercanlarıyla, kültür ve sanat çeşitliliğiyle ilgi odağı olan bu kentin sokaklarını dolaşırken adeta kaybolmak geliyor insanın içinden. Kaybolmaktan da öte, asırlar öncesi, gelişigüzel döşenmiş taşlardan sekerek girdiğiniz sokaklarda yeni mekanlarla karşılaşmak, sürprizler yaşamak istiyor insan.

Geçtiğimiz günlerde Rahmi M. Koç’un Cunda Taksiyarhis Kilisesi’nirestore edip müze olarak kazandırdığı muhteşem binayı ziyaret ettim. Yıllar önce eşim Ayşe ile geldiğimde; kapısı bacası olmayan sahipsiz bir kilise olarak ayakta durmaya çalışıyordu Taksiyarhis Kilisesi.Restore edildiğini duyduğumda çok mutlu olmuştum. Saatlerce dolaştım zemin katta, bir üst katında. Muhteşem deniz objeleri, çocuk oyuncakları, sualtı malzemeleri, yıllar öncesinin taşıma araçları, faytonlar, motosikletler, dalgıç elbiseleri, daktilolar. Müzeye,Ayvalık sahilden kalkan dolmuş motorlarla keyifli bir deniz yolculuğu yaparak ya da isterseniz dolmuşla gidilebilir. Ben dolmuşla Cunda’ya ulaştım. Son durakta indikten sonra, rengarenk boyalarla bezenmiş duvarların, yine rengarenk materyaller ile adeta gelin gibi süslenmiş eski yapıların arasından, daracık sokaklardan, sokakların ilginç isimlerini okuyarak, yorumlar yaparak on dakika içinde kendimi Taksiyarhis Kilisesi’nin önünde buldum. 151 yıl önce yapılan binaya imrenerek baktım,restore edilmesine o kadar memnun oldum ki anlatamam. Cumhuriyetin ilanı ve ardından karşılıklı insan göçü nedeniyle adada Rum vatandaş kalmayınca, kim gelip ibadetini yapacak ki?Kaderine terk edilmiş kilisede!Ayvalık ve Cunda’da bu durumda çok sayıda kilise ya camiye dönüştürülmüş, ya tamamen yok olmuş, ya dört duvarı kalmış, ya da çatısı çökmüş restore edilmeyi bekliyor.Rahmi M.Koç, Restorasyonunu üstlenmiş ve binanın müzeye dönüştürülmesi için elinden gelen hertürlü katkıyı vermiş. Harap hale gelen anıtsal yapı, uzman restoratörler ve sanatçıların ince işçiliği ve çağdaş mühendislik teknikleriyle yeniden tüm görkemi ve güzelliğiyle hayata döndürülüp, 31 Mayıs 2014 yılında ziyarete açılmış. 22 ay süren başarılırestorasyon süreci sonrasında bina ilk günkü görkemine kavuşmuş. Biz de bugün ağzımızın suyu akarak bu müzeyi geziyoruz, keyif alıyoruz, yıllar öncesinden günümüze kadar korunabilmiş objeleri görmenin tadını çıkarıyoruz.