Haber programında sayıca kalabalık bir erkek grubunun üç kadını sokakta tekme tokat dövdüğü, bir kadın kaçmayı başarınca, iki kadına yönelik şiddetin sürdüğü görüntüleri izleyince, bunun ne büyük bir zavallılık olduğunu düşündüm. Bir kişi diğerine şiddet uygulayarak, kendindeki eksikliği tamamlayabilir mi? Erkeğin kişisel zayıflığını, ezik iradesini, fizik gücü ile örtmeye çalıştığı ne çok bilmediğimiz, açığa çıkmayan, evlerin duvarlarında asılı kalan, suskunluklarda gizlenen, içten içe kanayan acıları var kadınlarımızın.
         
Kadın vücutlarında iz bulan şiddetin daha ötesinde yüreklerde biriken acıların sadece eğitimsiz kitlede yaşandığını düşünmek safdillik olur. Eğitimli kesit, bunu daha fazla gizliyor. Bir konferansta yanıma gelen öğretim üyesinin özel konuşma talebi, toplumda prestijli işi olan kız kardeşinin de eş şiddetine uğradığı üzerineydi. Bir anne, öğrenci kızının erkek arkadaşı tarafından darp edilişini, darp izlerini göstererek anlatıp, çevre duymadan nasıl çözeceğini sormuştu...
Utancı taşıması gerekenin, mağdur ettiğine yüklediği, aciz olanın mağdur, mağrur olanın aciz dolaştığı bir iklim...  Sebep, haklının hakkını aramaktan alıkoyan çeşitli korkular... Korkuları içselleştirdikçe itildiğimiz girdap... üstelik yalnız kadına şiddete içkin değil, genelde de yaşanılan bu...
Medya Takip Merkezi İnterpress, "kadına yönelik şiddet" konulu, 2015 yılı için hazırladığı araştırma raporunda; yazılı basında yer bulan, fiziksel, sözlü, cinsel, psikolojik, ekonomik.... şiddet haberlerinin geçen yıla göre yüzde 20 artışla 83.431'e ulaştığını belirlemiş... En vahimi de durdurulması bir yana, kadın cinayetleri sayısındaki artış... İşlenen cinayetlerin haberlerde yer bulma sayısının 7 bin 194 olduğu belirlenmiş. Her üç kadından birisinin evde kocasının ya da sevgilisinin fiziksel şiddetine maruz kalıp darp edildiği ve yaşanan bu olayların 5 bin 451 habere konu olduğu da var raporda.
         
***

Türkiye'de her yıl ortalama 20 binden fazla kadının cinsel saldırıya uğradığına işaret edilerek, cinsel taciz haberlerinin 4 bin 497'ye yükseldiği, kadınlara uygulanan psikolojik eziyet haberlerinin de 4 bin 230, kadınların eş veya sevgilileri tarafından maruz bırakıldığı ekonomik şiddetin ise toplam 3 bin 644 haberle sayfalarda yer bulduğu belirlenmiş.
Aynı araştırmada; hükümetin kadına karşı uygulanan şiddetin önüne geçilmesi için aldığı tedbirlerden "Panik Butonu", "Konuk Evleri", "Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri" ile "Kadına Şiddete Son: ALO 183 Hayat Kurtarır" projeleri uygulamaları hakkında da çıkan haberlerin toplamda 3 bine yaklaştığı belirlenmiş...
Tablo vahim, kadın konusunda çalışmalar, merkezler arttıkça, sorunun azalması gerekirken artıyor oluşu üzerinde düşünmek, en öncelikli olmalı değil mi? Bir şey yapıyormuşuz gibi düşünmemiz, gerçekte yapılması gerekeni yapamayışımızın sebebi olmaya mı başladı? Topyekûn bir çaba gerekiyor ve eğitim, kadın erkek herkese ve her kesime, her yaşa yönelik olmalı.
          
Üniversitelerin bu konuda öncü rolü oynamasını ve hem sivil toplumu, hem de devlet kurumlarını harekete geçirmesini önemsemeliyiz. Nitekim, Nisan 2014'de Kuşadası'nda yaptığımız, I. Ulusal Üniversite Kadın Araştırmaları Merkezleri Kongresi'nde; sonuç bildirgesinde yer alan, "Toplumsal Cinsiyet Eşitliği" derslerinin üniversitelerin tüm bölümlerinde seçmeli ders olarak konulması ve üniversitelerde toplumsal cinsiyet eşitliğini sağlayıcı ortak çalışmalar yapılması" önerisi medyada da yer buldu; YÖK harekete geçerek, 7 Mayıs 2015 tarihinde Ankara'da "Toplumsal Cinsiyet Eşitliğine Duyarlı Üniversite"  Çalıştayı (**) düzenledi, Çalıştayın sonuç raporu, 28.05.2015 tarihindeki YÖK Genel Kurulu'nda kabul edildi ve üniversitelerde derslerin açılması çoğaltıldı. Merkezlerin tek tek başarılarını paylaşarak, birlikte ortaya koydukları, ortak ses duyurdukları zeminlerin çoğaltılması çok önemli.

***
          
Derslerin çoğaltılması yeterli mi? Üniversite sınırlarının dışına da taşınması, sivil toplum aracılığı ile eğiticilerin çoğaltılması, özellikle kurumlarda erkeklere yönelik "toplumsal cinsiyet eşitliği" konulu seminerlerin yaygınlaştırılması, tüm kurumların medya desteği ile işbirliği çabalarını çoğaltması... sorunun eğitimsel boyutu ile ilgili. Psikolojik boyut, özellikle "öfke kontrolü" gibi desteklerin günümüzde çoğaltılması gerektiği açık. Yasalarla önlemek dediğimizde, durum biraz daha karmaşık... Bu yüzden, kolluk kuvvetleri ile yasa yapıcı ve uygulayıcıların da toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda  bilgi ve duyarlılıklarının çoğaltılması gerekiyor.
Bu satırları yazarken, çok sevdiğim bir genç kadının eşinin vurduğu yerin acısını yüreğime işleten ağlayan sesi kulaklarıma eşlik ediyor, o bana geçirdiği acısının ne kadarını unutur bilemem... ben içime işleyen o sesi hiç unutmayacağımı biliyorum. Bir de baba şiddeti yaşayan kızımız var ki, onun öyküsü kabul edilir gibi değil... Kulaklarımızla şahitliklerimiz o kadar çok ki, utanca hepimiz bulaşıyoruz bir şekilde... İçimizden birisi yaşamını yitirdikçe bağırtıya dönüştürmekten öteye geçemeyişimiz, ateşin düştüğü yeri yaktığı ile kalıyor. Toplumda ise, durmadan kanayan kocaman bir yara...

Ülkemizi giderek kuşatan muhafazakarlık, en  çok kadını vuruyor... Üstelik, bu kuşatma liberal başlıklarla çoğaltılıyor... Kadın ve şiddet, ikisini buluşturan tüm etkenlerden kurtulmanın yolu, attığımız olumlu adımlara sahip çıkıp, yenileri ile sağlamlaştırmaktan geçiyor. Bu sağlam adımların atılmasına vesile olanları dışlayıp, sonucun toplaştığı yere odaklanıp; bir şey yapıyormuş gibi yapmaya devam edenler de var... Samimi çabaları kutluyor ve bunların dışında tutuyorum... Demek istediğim; kendi başarılarımıza sahip çıkamazsak, topyekûn çabayı örgütleyemeyiz. Her bir hemcinsimizin acısında dağlandığı ile kalır yüreğimiz...
Medyaya düşen rol ve sorumluluk yukarıda verilen rakamlardan anlaşılıyor. Üstelik bu rakamlar buzdağının görünen kısmı, medyaya ve kolluk güçlerine yansımayan kısmını da düşünürsek, bir şey yapıyormuş gibi yapılamayışı gelecek yıl katlanan sayılarla yineleyerek yazmanın ötesine geçemeyiz.
Yılın son yazısını yüreğimizi yakan temel toplumsal yaramıza ayırdım. Bir de düşündüren sorum var: Başkanlık sistemi olmadığı için mi bu sorunları yaşıyoruz? Sebep Parlamenter sistem mi? Sistemi değiştirmek temel sorunlarımıza ne gibi yarar sağlayacak? Sahi, sistem değişimi kime kimlere yarayacak? Bizlerin yaşamımıza nasıl değip, dokunacak? Daha özgür, daha güvenli mi yaşayacağız?!..

"Yeni" denilen yıla, beynimizi koşullandırdıkları şekilde değil de, özgür irademizle düşünerek girelim istedim... Düşünceyi ve aklı üretirsek, sorunların üretilmesinin önüne de geçebiliriz... Ne dersiniz yanılıyor muyum?
...
(*)
(**) http://yok.gov.tr/documents/10279/15107493/kadin_calistayi_ile_ilgili_genel_kurulda_alinan_karar_29_05_2015.pdf/cf9a4bbf-4e7c-4b93-a5f8-075fd385e950