Geçtiğimiz haftanın gündeminde; Maya takviminin 21 Aralık 2012 tarihinde sonlanıyor olması oldukça yer buldu. Kimi bugünü bir eğlence haline getirmeyi başararak güzel anılara dönüşmesini sağladı. Kimi ise bu eğlenceyi gereğinden fazla ciddiye alarak korku ya da öfkeye kapıldı. Bugünü kıyametten sonraki ilk gün kabul edebilecek kişiler içinse hem özeleştiri yapma hem de yeni bir başlangıç için fırsat oldu. Aslında 21 Aralık günü kış gün dönümüdür. Yani artık karanlık geçen gece saatlerinin sonudur. Yani en karanlık gün ve güneşli günün en az olduğu gündür. Bu en karanlık günden sonra dünyayı artık daha aydınlık günler bekliyor olacaktır. Bugünler birçok medeniyette ışığın doğumu olarak kutlanmış; yeniden dirilmenin başlangıç günü olarak kabul edilmiştir. 
Maçtan önceki duygularımız, Altay için de bu yeniden doğum ve dirilişin gerçek olmasıydı. En karanlık günlerin sonunun geldiği ve aydınlığın başlangıcı umuduyla yine İzmir'in en soğuk günlerinden birinde tribünde yerimizi aldık. Geçen hafta alınan İskenderun deplasman galibiyeti 'umut fakirin ekmeğidir' diyen bizler gibi hayalperestleri yine ümitlendirmiş ve play-off hayalleri ve üst lige çıkma fantezileri kurdurtmuştu. Yine lig sonuncusu olarak karşılaştığımız rakipten yenilen tokat bizi gerçeğe döndürdü. Bu takımın hedefi sadece ve sadece ligde kalabilmek olabilir.
Maçı teknik olarak değerlendirmeye kalmak sanırım gazetecilik fantezisi olur. Altay'ın maç boyunca elle tutulur tek bir doğrusu yoktu. İşin üzücü yanı her zaman yürekliliklerini desteklediğimiz oyuncuların maça istek, arzu ve konsantrasyonlarının olmamasıydı. Deplasmanda kazanılan farklı galibiyet sonrası en azından onlardan bu heyecanı görmeyi beklemek hakkımızdı.
Altay'ı bekleyen en büyük tehlikelerden biri de tribündeki seyirci sayısındaki erozyon ve heyecansızlıktır. İzmir'deki son oynanan Gaziosmanpaşa lig maçını sadece 400 biletli seyirci izlerken, dünkü karşılaşmada da seyirci sayısı o rakamdan fazla görünmüyordu. Maç boyunca az sayıdaki seyircinin desteği de sahadaki gönülsüz oyunculardan farksızdı. Altay tribünlerinin tepkisizliği o kadar fazlaydı ki; maç sonunda adeta bir cenaze töreninden ayrılan insanların sessizliğinde tribünleri terk ettiler. 
Filozoflar, şairler, yazarlar, aşıklar hep karanlığın sonunun aydınlık olacağını, geceden sonra sabahın doğacağını anlatırlar. Görünen o ki bu anlayışla Altay'ın karanlıklardan kurtulmasına çok var. Kendi özeleştirisini yapamayan divan kurulu; kendi başarısızlığını görmezden gelen yönetim; Altay'ın cumhuriyetin ve İzmir'in en önemli değerlerinden biri olduğunu anlayamayan siyasetçiler Altay'ı bu karanlıktan kurtaramayacak hatta karanlığa mahkum edecektir. Bu durumda Altay'a aydınlıkları getirme görevi kimin olmalı? Bence Altay için acı çekenlerin görevi bu soruya yanıt bulmak olmalıdır.