İzmir.
Merkezi yönetimlerden destek alarak büyüyen sermaye gruplarına desteğini esirgemeyen İzmir Büyükşehir Belediyesi'nin ortalığı toz dumana boğan, özellikle de yayalar başta olmak üzere can güvenliğini hiçe sayarak yapımı süren tramvay toplu taşıma sistemi yatırımları epey eleştiriliyor. Bu konudaki en gerçekçi eleştirinin odağını sağlıklı fizibilite yapılmaması oluşturuyor.
         
Artık kemikleşmiş çarpık kent yapılaşması içerisinde son derece geç kalınmış olan tramvay toplu taşıma sistemi ne çözüm getirecek, bekleyim görelim, diyenlerin tersine; hiçbir çözüm getirmeyecek, daha sıkıntı yaratacak, diyorum.
        
Oysa ulaşımda çözümler üretmek adına biricik güzel Körfez'imize yatırım yapılmış olsaydı daha gerçekçi sonuçlar alınır, kent kurtarılırdı. Tüm yönetimlerin yaptığı yapılıyor ve sağduyulu seslere kulaklar tıkanıyor, işin özeti bu!
         
Körfez'imiz güzel miydi? Hem de çok güzeldi. Anımsayalım mı?
         
Güzel yıllardı. 1970'lerin sonlarına uzanan yıllardan söz ediyorum. İzmir Körfezi'nde kirlilik henüz yoğun değildi. Attilâ İlhan, Konak'taki, başyazarı olduğu Demokrat İzmir Gazetesi'ne gitmek için Karşıyaka Çamlık'taki evinden çıkar, kıyı boyu iskeleye değin yürür, adı Sur ya da Efes olan bindiği vapur Konak'a gidiyor olsa da önce yanaştığı Pasaport İskelesi'nde iner, Kordon'dan yürürdü. Amacı spor yapmaktı. Doğal olarak Körfez'den gelen mis gibi iyot kokusunu da içine çekerdi.
         
Biz ortaokullular ile liselilerin henüz Karşıyaka sahilindeki kumsaldan denize girdiğimiz, botla gezindiğimiz, kıyıda, teneke üzerinde kaba isparoz, kaba lidaki pişirip yediğimiz yıllardı; 1960'lar, 970'lerdi.
         
Kıyıdaki iki katlı, rengarenk güllerle, hanımeli ve yasemin çiçeklerinin taçlandırdıkları bahçe içindeki güzelim evlerle, sahildeki iskeleleri ayrı bir güzellikteydi. O iskeleler ki denizin beslemesiyle ahşap bacaklarında durmaksızın çoğalan siyah midyelerinin tadı başka olurdu.
         
Sonra kent aşırı göç aldı. Göç kalabalığı beraberinde getirdi. Yöneticilerin geleceği görme yetileri de olmadığından çarpıklık İzmir'i dağıttı!
         
Bu arada Sur, Efes ile birlikte Körfez'in güzelim vapurları da "eskidi!". Eskiyen terk mi edilmeliydi?
         
Oysa o vapurların insanı insan yapan özellikleri vardı, onun için genci yaşlısı içselleştirmiştik bu kuğuları. Özelliklerinin hemen birkaçını sıralamalıyım ki zihinler bulanmasın:
1) Alt ya da üst salonlarda kanepeler karşılıklıydı. Şimdikilerde olduğu gibi ardı ardına birbirine ensenizi dönerek oturmaz, tam tersine ahbabınızla karşılaşır ya da yolda dost olur, söyleşirdiniz. İnsan kaynaşmasına elverişliydi özetçe.
2) Güvertesinde ilkyaz, yaz, sonyaz bir yana kışın bile oturur, imbatı duyumsar, iyotu solurdunuz.
3) Karaburun silueti ardında oluşan grubu seyreder, mehtapla coşar, bir iki şiirsel dize bile döktürürdünüz.
4) Kaf Sin Kaf, Alsancak Stadı'nda maç kazandıysa silme Karşıyakalı taraftar vapura salkım saçak doluşur, iskelede zafer çığlıklarıyla inerdiniz. Üstelik kaptan da Kaf Kaf'lı olduğu için vapurun düdüğünü bir başka yankılandırırdı.
5) Martılar size eşlik eder, flamingolarla, pelikan ve karabatakların süzülmelerini selamlardınız.
6) Sur'un, Efes'in, diğer kardeş vapurların öyle şimdikilerde olduğu gibi sesi kısılmış, sizi ekonomi dünyasının borsa, döviz, TC, Endonezya, Çin vs. vs. vs merkez bankaları arasına sıkıştıran tv ekranları yoktu; ya karşınızda oturan dostunuzun gözlerinin içine bakar ya da Körfez'in enginlerinde soluklanırdınız.
7) Usta gemicilerin şimdikilere taktığı ad, "kusturucu". Yani altları boş olduğundan en ufak bir dalgada dahi sallantı olduğundan biraz hassassanız hemen mideniz bulanıyor. Sur, Efes, Alaybey hemen sallanmazlar, o nedenle mideniz bulanmazdı.
        *
Şimdi Körfez'de karşılıklı gidip gelen bu "modern" vapurlardan fotoğraf, resim çıkmıyor.
Şiir hiç çıkmıyor!
Aşk hiç çıkmıyor.
Adı Dario Moreno, hiç şarkısı çalınmıyor.
Adı Attilâ İlhan, hiç şiiri seslendirilmiyor.
Adı Cengiz Kocatoros, yeşil sahalarda şandellenmiş topa yükselişi hiç görülmüyor!
Adı Metin Oktay, röveşatasını gençler hiç bilmiyor!        
Taşralılık bu olsa gerek, yönettiği kenti bilmemek, dolayısıyla içselleştirmemek!
         *
Güzel yıllardı!
Üzerini toprakla örttüler, hoyratça!