Yeşilçam'a ayak bastığında 21 yaşındaydı Ümit Ünal. İzmir'de sinema okumuş ve bavulunda Türk sinemasının klasikleri arasında girecek Teyzem'in senaryosuyla İstanbul'a gelmişti. Yeşilçam'ın son yıllarında senarist olarak Halit Refiğ, Ertem Eğilmez, Atıf Yılmaz gibi yönetmenlerle çalıştı. Teyzem, Milyarder, Piano Piano Bacaksız, Hayallerim Aşkım ve Sen, Arkadaşım Şeytan, Amerikalı, Yaz Yağmuru, Berlin in Berlin gibi filmlerin senaryosunu yazdı. Sonra Türk sinemasının ilk dijital filmi olan 9 ile yönetmenlik macerası başladı. Arkasından Anlat İstanbul (dört yönetmenle birlikte), Ara, Gölgesizler, Kaptan Feza, Ses ve Nar geldi. Ünal, Yeşilçam pratiklerini bilen, Türk sinemasının inişli çıkışlı serüveninin acılarını da sinemacılık yaşamında çeken ender sinemacılardan biri. Nitelikli işler yapmanın peşinde ve politik film çekmemesine rağmen, filmlerinin, Türkiye'nin değişimini iyi anlatan bir özelliği var. Geçtiğimiz günlerde Yapı Kredi Yayınları'ndan, Gül Yaşartürk'ün hazırladığı Işık Gölge Oyunları'nda hayatını ve sinema macerasını anlatan Ünal, bize 30 yıllık Türk sinemasının da bir kesitini aktarıyor adeta. Ünal, şu sıralar Çıplak Gerçek dizisini de yönetiyor.


"Teyzem, dul ve çocuklu bir kadın olarak, ailesinin evinde baskı altında korkunç bir hayat yaşadıktan sonra çok genç yaşta, intihar olduğundan kuşkulandığımız bir şekilde ölmüş, bu ölüm de beni çok etkilemişti. Onun hayatını anlatan bir senaryo yazma fikri hemen aklıma girdi. "(...) Okulda Teyzem'i yazarken 'İstanbul'a gideceğim ve bu senaryo mutlaka çekilecek,' der ve arkadaşlarımı güldürürdüm. Üftade rolü için başından beri Müjde Ar'ı, kötü görümce rolüne de Serra Yılmaz'ı düşünmüştüm."


"Çocukluğumun kahramanlarından büyük oyuncu Adile Naşit'in oynadığı son filmdir Milyarder. Naşit ve Münir Özkul'la aynı odada bulunmak, benim kalemimden çıkmış sözleri oynadıklarını görmek çok güzeldi. Milyarder'in hikayesi Ertem Eğilmez'in hikayesidir. Bana onun konuşmalarını kayıt etmem için bir küçük gazeteci teybi aldırmıştı. Kafasında kurduğu sahneleri anlatır diyalogları oynardı: 'Ondan sonra da Şener'in karısı geliyor, şöyle diyor...' Sonra da oynadığı diyalogları aynen kağıtta görmek isterdi. Benim filme kendimden kattığım, ancak birkaç tane diyaloğum vardır."


"Normalde çok az bağıran ve çok az sinirlenen bir yönetmendi (Atıf Yılmaz). Ama benim sette hayalifener gibi gezişime illet olmuştu. Çekim sırasında Urla'da bir otelde kalıyorduk. Annem ve babam geldiklerinde Atıf Abi'ye 'Nasıl buldunuz Ümit'i?' diye sordular. Atıf Abi her zamanki dobra tavrıyla, 'Valla kafası çalışıyor ama sinemada pek bir şey yapamaz, inşallah zengin bir kız bulur da evlenir,' dedi. Bizimkiler üzüldüler sanırım."

"Teyzem'den sonra profesyonel senaryocu havasına girmiştim. Belli formüllere göre, ticari, ticari olmasa bile sonuçta insanları etkilemeye çalışan, insanların zaaflarından yararlanmaya çalışan işler yazıyordum. Bence 9'un farkı, kendimi her aşamasında tamamen serbest bıraktığım bir film olması."


"Anlat İstanbul'u çektiğimiz sırada Yelda Reynauld ve Güven Kıraç'la arkadaş olmuştuk. 9'u çok seviyorlardı. 'Biz de öyle küçük bütçeli bir film yapalım,' diyorlardı. Ara'yı biraz da onları düşünerek tasarladım. (...) Birkaç kere okuma provaları yaptık. Fakat çekime başlamaya kısa bir süre kala, senaryoyu 'riskli' bulduklarını söylediler. Menajerleri Ayşe Barım da beni arayarak böyle bütçesiz işleri bırakıp daha büyük ses getirecek bir film çekmem gerektiğini söyledi. Özetle 'Yelda ve Güven de oynamasın, ama sen de çekme,' dedi. (...) Risk derken ne demek istediklerini anlamıyordum. Açık saçık sevişme sahnelerinden çekiniyorlardı biraz ama sürekli anlattığım şey şuydu: Bu filmdeki sevişme sahnelerini uyarıcı, seyircinin zaaflarını suistimal eden sahneler olarak çekmeyecektim."


"Ekip Berlin sahnelerini çekmek için Almanya'dayken, yazar Gökhan Akçura ile karşılaştık. Gökhan filmin gazetelerde çıkan özetini görünce şaşırmış. Bu onun daha önce Sinan Çetin'e verdiği bir senaryonun hikayesiymiş. "(...) Bütün bunları Sinan Çetin bana, kendi özgün hikayesi olarak anlatmıştı. Gökhan bizi mahkemeye vereceğini söylüyordu. Ekip Almanya'dan döndüğünde daha da hoş bir olay oldu: Daha 15 gün önce 'Bu senaryoda yaratıcılığının yüzde 10'unu kullandın, bütün senaryoyu bana yazdırdın,' diyen Sinan Çetin, beni karşısına alıp; 'Bu senin senaryon. Gökhan mahkemeye verirse, çıkar savunursun,' dedi. 1984 yılında başlayan arkadaşlığımız, o gün bitti. Kül tablasını döküyormuş gibi hiç konuşmadan kalktım, şirketin arka kapısından çıktım, bir daha da geri dönmedim."


"Yavuz Turgul'la paslaşarak filmin (Amerikalı) hikayesini oluşturduk. Popüler Amerikan filmlerinden ünlü sahneleri alay ederek kullanan, absürd, skeçlerin birbirini izlediği bir film olacaktı. Ama temelinde kolay algılanan bir hikayesi olması gerektiğinde hemfikirdi herkes. Anlaştığımız hikayeye bağlı kalarak senaryoyu yazdım. Ama Şerif Gören yine Şener Şen'e götürdüğü ilk hikayeye bağlı kaldı. "(...) Filmi neredeyse doğaçlama yöntemiyle çekti. İyi bir yönetmen olmasına rağmen asla bu tür absürd bir komedi anlayışına sahip olmadığı için, tuhaf melez bir film çıktı ortaya." "(...) Amerikalı senaryo açısından çok başarısız bir filmdi ama bir tür mucizeyle, gişede seyircinin sinema salonlarına dönüşünü başlatan filmlerden biri oldu."


"Yönetmenler bu tür anılar toplamı yazımına genellikle emekli olduktan sonra girişirler. Bense bu hayat muhasebesine pek çok yönetmenin hala 'genç yönetmen' olarak adlandırıldığı bir yaşta kalkıştım. Bunun iki nedeni vardı, Birincisi henüz 21 yaşındayken girdiğim sinema dünyasında, birçok yönetmen için bütün bir kariyer demek olan 25 yılı aşan uzun bir süreye ulaştım. İkincisi, hiç emekli olmayacağım: Amacım Atıf Yılmaz gibi oldukça uzun yaşamak ve üretken kalmak, ömrümün son yıllarında bile setlerde bulunmak, film çekmek, hep çalışmak."