Lütfü Dağtaş- Geçmiş yıllar, dediğim; ortaokul, lise yıllarıma denk düşen 1960'lar, 1970'lerdir. Oturduğumuz yer Çamlık Caddesi ile Aksoy Caddesi'nin kesiştiği 1738 Sokak'taki kendimize ait çatı katındaki 80 metrekarelik dairedir. Babamın 100 lira kapora karşılığı inşaat halindeyken Altay Kulübü'nde futbol oynamış, futbolu bıraktıktan sonra 1960'larda günün yaygın mesleği inşaat yapsatçılığına yönelmiş Günay Üçer'den satın aldığı, memur maaşı nedeniyle kira evinden kurtulmak için daha elektrik su bağlanmadan hemen taşındığımız apartmanın çatı katındaki dairemizdeki yatak odamdayımdır. Gece saat bir sularıdır. Körfez'den gelen denizin iyot kokusu penceremden içeri dolmaktadır. Epey bir süre önce aşağıdaki caddenin sessizliğinden geçen faytondan yankılanan atların nal sesleri kulaklarımdan hâlâ yitmemiştir. Yaşım 16, 17'lerdedir. Yastığımın yanına koyduğum küçük cep radyosunda güzel bir erkek sesinden dinlediğim şarkının adı,  'Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam'dır. Güftesi Rıfat Ahmet Moralı'ya ait nihâvend makamındaki, beni salt o yıllarda değil bugün bile düşlere sürükleyen bu şarkının sözleri şöyledir:

Mümkün mü unutmak güzelim, neydi o akşam
Rüya gibi, hülya gibi bir şeydi o akşam
İçtik kanarak bir ezeli, meydi o akşam
Rüya gibi, hülya gibi bir şeydi o akşam

İşte beni düşlere daldıran dillerdeki bu şarkının bestecisidir Râkım Elkutlu. Böylesine içli bestecimizin şimdi adı geçtiğinde usuma gelen ilk konu, onun Kemeraltı'ndaki Hisar Camii'nin imamı olduğu ve bu imamlığı babasından devraldığıdır.
     
1950'li, 960'lı yılların usta Türk Sanat Müziği yorumcularından Necdet Yazar, yaşama gözlerini kapatmadan 4 yıl kadar önce Karataş'taki evinde, karşılıklı söyleşimiz sırasında, Varyant'taki Şato Gazinosu'nda İran Şahı Rıza Pehlevi ile eşi Prenses Süreyya'nın karşısında okuduğu üç şarkıdan ilkinin yine Râkım Elkutlu'ya ait bir beste olan kürdilihicazkâr makamındaki 'Demedim hiç ona kimsin ve nesin sen, ne adın' diye başlayan şarkı olduğunu söylemiş, 'Şah'tan konser sonrası dana gözü büyüklüğünde bir altın armağan almıştım' diye anlatmıştı. Râkım Hoca'nın diğer ünlü bir şarkısı ise, 'Bekledim fecre kadar' adlı şarkıdır.

Dr. Nazmi Özlap'ın, 'Türk Mûsukisi Tarihi' adlı kitabında verdiği bilgiden, Râkım Elkutlu'nun 1869 yılında İzmir'de doğduğunu öğreniyoruz. (Onur Akdoğu ise bestecimizin doğum yılını 1872 olarak yazıyor) Babası İzmir'in tanınmış ailelerinden Hisar Camii imam ve hatîbi Şuayib Efendi, annesi Sıdıka Hanım'dır. İlkokulu mahallesinde bitirdikten sonra, orta öğrenimini İzmir İdadisi'nde tamamlar. Amcası mevlevi şeyhi Emin Dede'den ve Zağralı Müderris İsmail Efendi'den İslami ilimler öğrenir. Babasının 1892'de ölümü üzerine Hisar Camii imamlığına tayin edilerek ölünceye kadar bu görevde kalır. İzmir'in kurtuluşundan sonra Adliye'de memur olarak çalıştıysa da bu görevde fazla bulunmaz. Uzun yıllar İzmir Musiki Cemiyeti'nin başkanlığını da yapmıştır. Râkım Elkutlu, 4 Aralık 1948 tarihinde İzmir'de vefat eder.
     
Ünlü ses sanatkârlarımızdan Safiye Ayla, Perihan Sözeri, Sabite Tur'dan ilgi ve yakınlık gören bestecinin, yirmi yaşında iken evlendiği ilk eşi Nadire Hanım'dan baba adını verdiği oğlu Şuayib dünyaya gelir. Nadire Hanım'ın ölümünden sonra evlendiği ikinci eşi Sıdıka Hanım'dan çocuğu olmaz ve kısa süre sonra ayrılırlar. Bundan sonra evlenmeyen besteci, ömrünü oğlunun ve yeğenlerinin yanında tamamlar.
     
Râkım Hoca da her ünlü musikişinasımız gibi musiki çalışmalarına çok erken, daha yedi yaşında iken amcası Emin Efendi'den meşk ederek başlar. Hepsi tarikata mensup olan aile büyükleri ile mevlevihanede yapılan ayinlere katılarak musikimizi tanımaya çalışır. Bundan dolayı dini musikimizi ve mevleviliği iyi bildiği için daha sonraki yıllarda kudümzenbaşı olur. Onun gençlik yıllarında ünlü besteci, Tanburi Ali Efendi İzmir'de yerleşiktir. Ali Efendi'den başka Santo Şikari ile Zekâi Dede'nin çıraklarından Aziz Efendi de İzmir'dedir. Râkım Hoca, yirmi bir yaşından itibaren bu üç ustadan çok yararlanır. Ali Efendi'den beş, Santo Şikari'den on yıla yaklaşan bir süre içinde bu sanatın 'amelî ve nazarî' inceliklerini öğrenir. İleride gelişecek olan bestekârlık yeteneği üzerine bu derslerin büyük yararı olur.

Dayısı Nureddin Efendi'nin teşviki ile yirmi yaşında bestekârlığa başlar. İlk yapıtı, sözleri Abdülhak Hamid'e ait olan 'Hayran-ı cemal olmağa cidden emelim var' diye bilinen Dügâh makamındaki şarkısıdır. Bu yapıtını ortaya çıkartmaktan çekinerek gizlice arkadaşlarına meşk etmiştir.
    
Yine Dr. Nazmi Özalp'in kitabından, Râkım Hoca'nın, çok hızlı beste yaptığını ve şiir seçmekte çok titiz olduğunu, en çok Nahit Hilmi Bey, Orhan Rahmi Gökçe ile yeğeni Adviye Hanım'ın şiirlerini seçtiğini öğrencisi Hüseyin Mayadağ'ın anılarından aktardıklarından öğreniyoruz.
    
Tanburî Ali Efendi'den sonra İzmir'de musikimizi tanıtan ve musikiden anlayan bir çevrenin oluşmasına yardımcı olan 20. yüzyılın en dikkate değer bestekârlarındandır. Son derece esprili bir kişiliği olan Râkım Hoca'ya bir gün, o zamanki değerine göre, iki yüz bin lirası olursa ne yapacağını sormuşlar, 'İlhamım kaçardı' biçiminde yanıt vermiş. Bir defasında öğrencisi, bestekâr Hüseyin Mayadağ bir Fransız yazarının 'Ne zaman Ankara Radyosu'nu açsam bir kadın ağlar' dediğini nakletmiş; Râkım Hoca bu söze çok hak vermiş ve eklemiş:
    
' . . Dünyada kadın ağlamasından daha güzel bir musiki olur mu ?... '
Râkım Hoca imamdır imam olmasına ama bestelediği şarkıların sözlerine baktığımızda insan yanının ağır bastığını görüyorum. Bu da bana, 'Râkım Hoca hiç de bağnaz bir kimliğe sahip değilmiş!' dedirtiyor. İşte, aşağıda sıraladığım şarkılarının bazılarının adları beni doğrulamıyor mu?
'Gel koynuma gir lâle-i can, kendi evindir',
'Müştakına göster o güzel çehreni kaçma',
'Bin ömre değer bir gecenin zevk–u safası',
'Bir gün ne olur gel beni busenle sevindir',
'Silemem bir gün hayalimden o dilber kadını'

Radyo programcısı, rahmetli Ali Rıza Avni ağabeyimiz sağ olacaktı ki, Kültürpark'ın karşısında şimdi yerinde yeller esen o beş katlı apartman dairesinde, Güner'in sofrasında karşılıklı demlenirken tüm bunları ayrıntılarıyla kendisine anlattıracaktım!