Çoğu kişi için hayatın esas olarak beklentilerle şekillendiğini bilmeme rağmen ne zaman beklentilerden söz açılsa ya da  şu anda olduğu gibi bu konuya girmeye cüret etsem  Shakespeare’nin işte bu sözü aklıma gelir.

“Kendimi her zaman mutlu hissederim. Neden biliyor musunuz? Çünkü  kimseden bir şey ummam. Beklentiler daima yaralar.”
Ama Shakespeare’den yüzyıllar sonra Sakirus Rodopius adlı bir başka filozof da beklentilere yönelik şöyle bir söz söylemişti: “ Gelirsen memnunum, gelmezsen daha memnunum.” şeklindeki bu ifadenin iki anlamı olabilirdi. Birincisi çocuklarına karşı söylenmiş olabilirdi, ki bunun ardında yatan nedenlerden birisi belki şu cümlelerde özetlenebilir:  “Ben çocukları yetiştirme konusunda sorumluluğumu yerine getirdim ama onlardan bir şey umarak değil, sonuçta  bu bir doğa kanunu, onlar da gün gelecek aynı şeyi yapacaklar”  ikincisi ise onu ziyarete gelenlerin ise bunu sadece  adet olduğu üzere yaşlı bir adamı ziyaret etmenin erdemli bir davranış olduğunu varsayarak  yaptıklarını düşünmesinden kaynaklanıyordu. Yani  gelenlerin onu gerçekten sevdiklerinden emin değildi ve bu ziyareti içtenlikle ve  hümanist bir tavır içinde  yaptıklarını sanmıyordu. Onun şahsına gösterilen bir ilgi ya da özenli bir yaklaşım olmadığını bilerek gelecek kişilerin gelmemelerinden daha memnun olacağını söylemiş olabilirdi. Yıllar sonra bu sözleri yeniden ele aldığımızda her iki ifadenin de taraftarları olmuştu ancak benim kişisel görüşüm, ikincisinin daha ağı bastığı yönündedir, çünkü birilerinin onu ziyarete gelmesini yapacakları gereksiz konuşmalar yüzünden günlük rutinini bozacağı endişesi ile  istemiyordu, öte yandan sıradan insanların aslında konuşacak pek bir şeyleri olmamasına rağmen yine de konuşmalarına bir anlam veremiyordu.

Hayatın öncelikle varsayımlardan ve sonra da beklentilerden oluştuğunu varsayan bizler için o en başından beri yaşamındaki tüm beklentileri sıfırlamıştı. Öyle ki en garantili gözüken şeyler için bile  “olsun görelim” diyerek net bir ifade ile içini daha da rahatlatıyordu. Bir gün büyük oğlu artık Tıp Fakültesinin son sınıfındayken bile “bitir de görelim” demişti, oğlu  bitirdi ve geldi bu kez de “Benim için diploma değil hayatta para kazanmasını öğrenmek ve kazanmak önemlidir.” diyerek başarının henüz tamamlanmadığına yönelik bir başka şey söyleyerek ebedi bir muhalif izlenimi veren bilge kişiliğine uygun bir başka sonuca varmıştı. Bunun anlamını bu yazının sonunda onun bir başka sözü ile yeniden anımsatacağım.

Beklentisiz bir hayat bazıları için çok cazip gözükebilir, çünkü bu durumda maddi ve manevi anlamda kimseye ihtiyacı olmamak ve daha önemlisi tehdit edilemeyecek bir noktada olmak anlamına gelir ki bu eşsiz bir şeydir, ama bazıları için de artık herhangi bir beklenti içinde olmamak bir çeşit yok oluş anlamına geleceği için ürkütücüdür. Öyledir; çünkü sıradan ölümlüler sonuçlara odaklanmışlardır, sürece değil, oysa insana zevk veren şey sonuçlar değil sürecin ta kendisidir. Bir aşkı yaşarken aşkın ömrü şu kadar yılmış, nasılsa bitecek öyle ise ayrılsak iyi olur  demeye benzer bu, her zaman bir beklenti içinde olmak, sabah kalktığında acaba bugün başıma neler gelecek diyen kaygı içindeki insanlar gibi hiçbir zaman yaşadıkları anın  güzelliğini de yaşayamazlar. Bu yüzden hayal kırıklığından örülmüş  ve hüzün içinde boşa geçmiş hayatların bu panoraması  derin bir kederi barındırması bakımından aslında insanlığın ölümden bile daha korkunç bir trajedisi olduğunu  anımsatır bizlere.
Beklentilerin olmadığı bir hayatın içinde sadece huzur içinde varoluşun tüm kutsallığını ve  güzelliklerini hissetmek ve yaşamda sadece size kendinizi iyi hissettirebilecek düzeyde  tüm estetik zevkleri içinde barındıran ilahi bir sessizliğin hüküm sürdüğü bir evrende aşkı yaşamaktan daha sürükleyici  daha heyecanlı daha gizemli bir başka  serüven olabilir mi ?

Bu filozofun karısı ise onun tam aksi yönde tüm hayatı beklentilerden oluşmuş iddialı bir kadındı. Öyle ya da böyle kazanmak istiyordu, kendisi için değil; başkalarının kaybettiklerinin görmek için. Gülüyordu; mutlu olduğu için değil,  başkaları onu kederli görmemeleri için. Sevmiyordu ama buna rağmen seviyor  gözüküyordu, çünkü gerçekten sevmiş olanların önünde  nefret ve intikam içinde çırpındığını görmemeleri için. Bu gururlu duruşu hayatının sonuna kadar sürdürdü, hiç yılmadı, hiç geri adım atmadı  ve bu yüzden en büyük hayalim onun aradığı aşkı hiç olmazsa içimizden birisinin bulması gerektiği  yönündeydi ve bunun cevabını belki başka bir yazıda anlatırım.
Filozof Sakirus Rodopius beklentilere yönelik olarak günlük hayatın içinde çok popüler olan ve belki  ruhu değil ama sadece bütçesi sınırlı yoksulların hayatlarında kolay yoldan zengin olma hayalleri kurdukları piyango konusunda yine beklentilerin ne kadar yaralayıcı olabileceğine yönelik şöyle bir şey söylemişti. “Tam altmış yıl piyango bileti aldım, eğer Tanrı gerçekten sizin anladığınız türde- beni sevmiş olsaydı talih bir kez olsun yüzüme gülerdi  ve eklemişti. “ Ama onun görevi sizi sevmek değil, size vaat edilen kaderi yaşamınızı sağlamak.” O yüzden bu yazının başlığını “Lotoyu mu Godot’u beklemek” olmasını istedim.Çünkü Samuel Beckett’in ünlü kitabı Godot’u Beklemek sadece beklemek üzerine kurgulanmış dünya edebiyatında yer almış yapıtlardan olması bakımından ilgi çekicidir. Beckett’in 1948 yılında yazdığı ve ilk kez 1953 yılında Paris’te sahnelen bu oyununda yolları bir şekilde kesişen iki adamın birbirleri ile iletişim kurmaya çalışırken hayatlarında bir anlam arayışına yönelik olarak birbirlerine söyledikleri sözler beklemek üzerine düşünmemizi tetikleyici boyuttadır.

 Bu oyundaki karakterler Vladimir ve Estragaon , birlikte Godot diye birini bekliyorlar, üstelik yıllardır sürüyor bu bekleyiş ama öte yandan Godot’un ne olduğu veya ne benzediği konusunda hiçbir fikirleri olmadığı gibi neden beklediklerini de bilmiyorlar,  sadece beklemeleri gerekiyor. İşte oyununun can alıcı noktası da burada.Beklemek. Ama ne yazık ki neden ve ne için olduğunu bilmeden ve bekleyerek hergün umutları taze tutmak ve bu akış aslında  hergün yeniden varolan umuda karşın yaşanılan acıların yeniden yeşermesinden başka bir şey değildir.

Gerçekten de öyle galiba.Bu bakış açısıyla Alexander Dumas’ın dediği gibi tüm insan hayatı şu iki kelimede özetlendiğini söylemek çok da büyük bir  abartma değildir.”Bekleyiş ve umut” tıpkı filozofun karısının hergün şafak söktüğünde  hiç yaşamadığı bir aşkın bir gün geleceğine yönelik  beklentisine  benzer bir şeydir bu. Ama tam şu noktada dikkatli  okuyucular bizim ebedi bir muhalif sandığımız bilge filozofun bir sözünü hatırlatacağımı unutmamış olmalıdırlar. O da şudu :  “Özellikle para ile satın alınanlar da dahil olmak üzere kendinize dert yaratmayın ve düşmanlarınız bile basit ama küçük şeylerden mutlu olurlar, bunları ihmal ederseniz gereksiz dertler kadar gereksiz düşmanlar da edinirsiniz.”  Bu söz  yıllar önce “Blaise Pascal tarafından söylenen  “insanoğlunun  tüm mutsuzluğu bir odada tek başına bir odada sessizce oturamamaktan kaynaklanır” sözleri ile büyük bir paralellik gösterse de eğer bir cennet varsa büyük olasılıkla orada olacağını varsayan Sakirus Rodopius’un hayatında belki de bu onun tek varsayımıydı.