Adamın biri ev hayvanları satan bir dükkana girer ve bir papağan almak istediğini söyler.Satıcı sırayla dükkandaki harika papağanların meziyetlerini sayar.En değerli olanlardan biri için bu beş bin dolar der. Şurada olan on bin dolar. ”Vay canına” der müşteri, “Beş bin dolarlık olan  ne yapıyor.?”
“Mozart’ın bütün aryalarını ezbere bilir ve söyler.” “Ya öteki? ” diye sorar satıcıya.
“Bu ise Wagner’in bütün eserlerini okur.Yalnız arkada bir tane daha var, onun değeri otuz bin dolar.”
“Yuh”  der müşteri.”O ne yapıyor peki.?”
“Valla”  der satıcı.”Ben şu ana kadar bir şey söylediğini duymadım ama diğer ikisi ona maestro diyorlar.Onu biliyorum.”
Varsayımlara dayanan bir hayatı yaşarız coğu zaman.Üstadın var olduğu duyulunca Mozart ve Wagner’ i bilen iki papağan unutulmuştur bile. Ona mastero yani üstad dediklerine göre vardır bir bildikleri, öyle ise  üstad olan o ‘dur.
Bazen yazmak istediğim şeyler konusunda rüyalarım bana yol gösteriyor ve bazı ipuçlarını o düşlerde buluyorum. Hafta yine geldi, gazeteye yazı yazmam gerekiyor düşüncesi ile uykuya dalmıştım ama tıpkı bir bilgisayardaki gibi  bir yerde dosya açık kalmış olmalı ve o bildik uyarı çıkıyor ekranda: “Kaydedilmemiş değişiklikler var şimdi kaydetmek ister misiniz?” diye sorulduğunda o esnada  “Hayır” demiştim “Biraz daha beklesin.” Ve derken rüyamda bir ses bana şöyle seslendi: ”Onlar için de yaz. Melodi güzelse sözlerin ne önemi var? Onlar için de yaz…”

Kimdi bu onlar.? Uyandım ve herhalde okuyucuları kastediyor dedim kendi kendime. İşe bakın hava hala karanlık ve birisi onlar için de yaz diyor. Hemen bazı notlar aldım, bu arada aklıma nerden geldiyse besteci Franz Schubert gibi  ben de gecenin bir yarısında  ilham gelir de not alırım diye kağıt kalem aldım başucuma ve yeniden uykuya daldım.

Bu kez yine başka bir şey zihnimde oradan oraya koşturup duruyordu ve sanki böyle bir rüya içinde rüyada geçen gece gördüğüme benzer bir şey oluyordu.Geçen gece rüyamda benzer bir şekilde bana  “30 ocak 1649 günü Salı’ydı bunu unutma”  diyen bir sese benziyordu ; yani İngiltere Kralı I.Charles’ın idam edildiği gün.Doğrusu bu ya; bugüne kadar böyle taksitli rüya da görmemiştim.Uyanınca hemen yanı başımda daha önceden koyduğum  kağıt ve kalemi elime aldım ve şu  notları aldım:
“Ne yaparsam yapıyım, kendimi anlıyorum, kendimi seviyorum; ben kendime hapsolmuşum. Sonra ne yaparsam yapıyım,beni anlayacak ve beni sevecek ve beni abartacak biri çıkıp gelir diyordum hayatıma. Demek ki liderler de böyle oluyor.Ne yaparlarsa yapsınlar onları o esnada sevecek birileri çıkıyor. Bu da bir aşk olmalı.”
Sonra şu notları alarak devam ettim yazmaya. ”Onlara ulaşamıyorsun, diğerleri gibi okumuyorlar seni de. Hatırla, elini uzatmana rağmen annene de dokunamadın, sana hayran olan gizli sevgiliye de. Evrende görülebilir olmak var olmak değildir.Onlara da yaz.” Böyle yazdım,çünkü duyduklarım bunlardı.

Hayat varsayımlardan sonra da taklitlerden oluşur. Onlar yapıyorlarsa bizde yapalım. Yazıyorsak okuyorlardır diye düşünülüyorsa  bu yanıltıcı olaabilir, aslında okumuyorlardır ama yine de orada olduğunuzu bilirler, sevgilinizin yatakta olduğunu bilerek uykuya dalmak gibidir bu, sonra uyanınca onu orada bulamadığınızdaki heyecana çok benzer ruhunuzun çektiği acı ve okuyucular işte bu duygu ile sizin orada olmanızı isterler sizin yazmanızı değil, biz onların okuduğunu varsaysak bile bence bize her gün tanıdıkları ve lütfettikleri bir şanstan başka bir şey değildir geçen zaman.Bunu bilerek onların hayatlarına nasıl dokunacağımı düşünerek yazarım her zaman ki bir insanın bile sizin yüzünüzden kendisini daha iyi hissetmesinden daha soylu bir şey yoktur benim gözümde.

 Senaristler yoksul ve başarısız  insanların hayatlarındaki trajedileri işler, ve herkes her zaman birbirlerinin hüzün dolu  kederli hayatlarını izleyerek  geçirirler günlerini  ama kimse bilmez göz önünde olanların en az kendileri kadar mutsuz olduklarını ya da olabileceklerini.Çünkü yaşam insanları farklı yapsa da sonunda ölüm eşitler herkesi.
İşte bu yüzden halk  sevmiyor bazen yazarları,o yüzden okumuyorlar bile, biz öyle sanıyoruz.Çoğunlukla kendi egosunu tatmin etmek için yerel veya ulusal basında  yazan-çizen ve sonra da sanatın ya da bilimin  yüceliğinden dem vuran kimseyi sevmiyorlar ve onları affetmiyorlar. Çünkü olan bitene sessiz kalanlar önce onların olduklarını bildikleri için  böyledir bu, patronların sponsorluğunda, bayağı iyi paralar ödeyerek geldikleri gösteri salonlarda, göz alıcı neon ışıklarının altında bilmem ne konçertosu çalanları da sevmedikleri gibi. Peki biz şimdi can derdinde ailesini geçindirmeye çalışanlara bilgiçlik mi taslayacağız? Onlara ilahi ve kutsallaştırılmış estetik değerlerden söz ederek siz ne anlarsınız ki bunlardan  diyeceğiz.?Tam tersine para ile kavgasını bitirmiş sonradan görme zenginlerin kendi yarattıkları ve öve öve bitirmedikleri kendi kahramanlarının ya da o  muhteşem yeteneklerin bize neler bahşedeceklerini mi dinleyeceğiz.? Hayır, işte bu yüzden  onlar da  kendi kahramanlarını yaratıyorlar. Ne kadar pespaye olursa olsun onların haklarını savunun bir kabadayı bile olsa, onları düşünen biri olduğuna inandıkları o kahramanın peşinden gidebiliyorlar.  Mozart’ın aryalarını ya da Wagner’in eserlerini bilmese ne olur ki ? Çünkü o onlar için her türlü tehlikeyi göze aldığı varsayılan biri değil mi o kahraman? Otuz bin dolarlık papağan  işte o. Üstad olan o’dur. Ne kadar çok eğitimli ya da kültürlü olduğu değil üstad olduğu varsayılan biri...

Bu papağan fıkrası tıpkı politikada olduğu gibi  sanatsal faaliyetlerde ya da  ekonomide salt gerçeklerin  değil söylentilerin ya da her türlü spekülasyonların  gerçek olduğu  varsayımı ile tamamen eş anlamlıdır. 1984 adlı romanında George Orwell bu konuyu işlemişti. Bu romanda ülkemiz savaş halinde dediklerinde herkes buna inanıyordu, üstelik kiminle savaştıkları dahi bilinmeden hayali bir düşmana karşı savaşıyorlardı.

Savaşlarda ölenlerin ülkeleri için öldükleri varsayılır ama ülkelerin niçin böyle aptalca savaşlara girdikleri sorgulanmaz. Belki de bunu sorgulayan kişilerin kahraman olamayacağı varsayımına dayanır bu iddia. En popüler olan başka bir varsayım ise çok paranız olduğunda mutlu olacağınızı varsaymaktır; olursunuz elbette ama şairin de dediği gibi yalnızlık paylaşılmaz ki; asıl olan yalnız olmamaktır bunun için de sevilmeniz gerekir; böylece  aşık olduğunuzda  bu sadakatin sonsuza dek süreceğini de varsayma yanılgısına düşmektir. Kimbilir sürer belki de, ama siz bu aşka hiçbir katkı yapmazsanız bir gün tamamen söneceği varsayımlar arasında yoktur.
En hüzünlü varsayım ise başınıza ne geliyorsa sizi sevmeyenler yüzünden gelmesidir ; bu bazen kişilerdir, bazen otoritelerdir, ama hiçbiri değilse bile  sizden pek de hoşlanmayan başka bir güç olmalıdır.Kimse bilmez bu ilahi nedeni, bilse de söylemez. Ama günün sonunda bu da bir varsayımdır. Otuz bin dolar fiyat biçilen ve üstad denilen papağanın varlığı gibi; vardır elbet vardır bir nedeni sürdürülen bu saçma hayatın.

 Şimdi yazacağım son cümle ile bu varsayımlar dünyasını tamamen yok etmeden teğet geçebileceğimi ve böylece bunun başka bir evrensel yolculuğun ilk adımı olacağına inanıyorum. Çünkü rüyamda bana “Onlar için de yaz”  diyen o sese verdiğim sözü yeniden  anımsayarak ve  bizi  bir kaderin içine hapsetmediğine inandığım  bir Tanrı’nın var olduğunu varsayarak yaşamak, inançların en güzeli olsa gerek.