Her şey daha iyi olacak diyen iktidara karşı; her şeyin daha kötüye gitmesini biz durduracağız diyen muhalefetin miting savaşlarında herkes birbirine geçmişini anımsatıyor. Soru şu: Hangimizin geçmişi daha onurludur? Kimsenin değildir. Öyle ise aranızda günahsız olan ilk taşı atsın. İnsanların yaşam boyunca kutsal denilen amaçlar uğruna, var olabilmek adına geçmişte her yolun denenmiş olduklarını herkes çok iyi bilir ama onları birbirlerine erdemlerin değil; günahların bağladığını bilmezler.
Medyada soru-cevap şeklinde sürebilecek bir tartışma meydanlarda yerini o kadar eğlenceli atışmalara ya da üstü kapalı ve ne anlama geldiği belli olmayan yuvarlak laflara ve genellemelere bırakıyor ki , insan ele alınan konuların büyük bir bölümünün zaten temel insan hakları ile ilgili konular olmasına şaşırıyor. Yani siz başkan olursanız onu asacak mısınız ya da bunu kesecek misiniz ya da buna izin verecek misiniz, şunu engelleyecek misiniz türden beklentilerin olması bile başlı başına ürkütücü. Demek ki sistem ya da demokrasi anlayışı tam olarak anlaşılamamış. Halkın büyük bir bölümü bir parlamento ve bir başkan seçmekten çok acımasız ve empati duygusundan yoksun bir padişah seçeceğini düşünüyor olmalı .
Ana muhalefet partisinin adayı, iktidardaki partinin başkan adayının kendisine “gariban aday” dediğini söyleyerek bunu mitinglerde ele alıyor. Kendisinin 3 Kasım 2002’de milletvekili olduğunu, ama kendisini gariban diyerek küçümseyen kişinin ise mart 2003’de milletvekili olduğunu, yani kendisinden 5 ay daha kıdemsiz olduğunu belirtiyor ve ekliyor: “ Milletvekili ile başbakan maaşı arasında çok fazla bir fark olmadığına göre, üstelik 16 yıldır aynı maaşları aldığımıza göre ben nasıl gariban kaldım da sen nasıl zengin oldun?” Gerçek buysa haklı olabilir elbette. Ancak bu soruya bir cevap verilmesi için karşı tarafın zengin olduğunu kabul etmiş olması gerekirdi ve zenginliğin de yoksulluk kadar göreceli bir kavram olduğunu herkes bilir. Yani yaşlılık gibi; 100 yaşında birine göre 90 yaşındaki birinin genç olmasına benzer bir durumdur bu, nitekim ne kadar yaşlansanız da daima sizden daha genç ya da daha yaşlı birinin olacağı gibi,ne kadar zengin olsanız da sizden daha zengin birinin her zaman olması gibi.
Muhalefetin başkan adayı ise daha sonra şunları ekliyor. “Ülkeyi yöneten zengin oluyorsa, bir öğretmen gariban oluyorsa, çiftçi, emekli gariban oluyorsa burada bir sıkıntı var” ve başka bir konuşmasında ise atasözü olabilecek tarzda şunu söylüyor: “Gariban olmak şaibeli para sahibi olmaktan iyidir. Evet, doğru söylüyorsun. Ben gariban kamyon şoförü, rahmetli Hacı Şerif'in oğluyum."
Garibanlık aslında kulağa bir parça argo bir ifade gibi geliyor olsa da halk garibanlıktan vebadan kaçar gibi kaçıyor. Öyle ki insanlar gariban olmamak için her şeyi yapmaya hazır gözüküyorlar. Oysa bu kavramın karşısına şaibeli bir zenginlik diye bir başka kavramı çıkartırsanız bu durumda halkın en azından bir bölümü, onurlu bir yoksulluğu tercih etmeye eğilimli olsalar da bazıları da şaibeli bile olsa zenginlik-zenginliktir diyerek pragmatik bir yaklaşımı benimseyebilirler.
Burada önemli olan nokta zenginliğinizin şaibeli olduğunun bilinip bilinmemesidir. Eğer bilinmiyorsa, suç ortaya çıkarılmadıkça veya kanıtlanmadıkça suçsuz olmanıza benzer bir duruma benzer şekilde size rahat, güvenli ve konforlu bir hayatı garanti edebilir. Ama ya biliniyorsa, işte o zaman durum değişir; ya da edindiğiniz servet ile ilgili kötü kokular geliyorsa o zaman bunu yapma şansı bulamayanlar tarafından yalnızlığa terk edilerek toplumdan izole edilme riski olabilir. Aslında bu nokta önemlidir, çünkü erkekler için şöyle bir şey söylenir. “Aldatmayan erkek yoktur, bu şansı bulamayan erkek vardır” ama öte yandan kadınlar için de başka bir şey söylenir : “Bir kadın ya evlidir, ya boşanmıştır ya da evlenmek istiyordur” Bu iki iddia için ilk anda genelleme yapmak tehlikeli olsa da bir an için bu söylemlerin pek de mantıksız gelmediğini düşünebilirsiniz.
Sonuç olarak kimse bilerek gariban olmayı yani dürüst ama parasız ve kimsesiz olmayı tercih etmeyeceğine göre; ki bu mantıklı değil, bu durumda hem zengin hem de dürüst olmak pek o kadar kolay değildir; nitekim ünlü oyun yazarı Oscar Wilde “ Hiçbir centilmen erkeğin çok parası olmamıştır” derken belki de bunu kastediyordu. Peki bu noktada soruyu şöyle sorabilir miyiz? Ortalama bir kadın yoksul olmasına rağmen kendisine sıradan bir kadın gibi davranmayan centilmen birini mi yoksa çok zengin ve güvenli bir hayatı vadeden ama görgü ve nezaketten pek de nasibini almamış bir erkeği mi tercih eder ? Hem yoksul olup hem de centilmen olmak ne kadar zorsa, bu sorunun cevabı da o kadar zordur. Buradaki cevabı belirleyen unsur, toplumun farklı sosyo-ekonomik katmanlarında temel alınan bir standardı olmasıdır ; çünkü çevrenizde bu kadar evli çift varken, bu kişilerin son derece centilmen ve zengin kişilerle evlendiklerini düşünmek biraz abartılı olurdu. Her ne kadar para ile mutluluk satın alınmaz ifadesi çok basmakalıp gözükse de işin gerçeği ne yazık ki, para ile istikrarın satın alınabiliyor olmasıdır.
Dürüst bir yoksulluğun ne demek olduğunu büyük kentlerin kenar mahallelerinde yaşayan insanlar çok daha iyi bilirler ve kanımca şaibeli de olsa bir zenginliğin yine de yoksulluktan kaynaklanan sorunların üstünü örtebileceğini yine en iyi onlar yaşayarak öğrenmişlerdir. Dolayısı ile, asıl soru insanların şaibeli işleri yapabilmelerini olabildiğince önlenmesi noktasında düğümlenir. İşin can alıcı noktası budur. Çünkü bu dünyada her ortalama insanın eline bir güç geçirme şansı bulduğunda bunu kullanmaktan çekinmeyeceğinden emin olabilirsiniz.
Başka bir açıdan bakarsak; gariban ve dürüst insanlar da evleniyorlar, ancak aşksız evlilik olur da- parasız pulsuz görkemli ve göz alıcı bir aşk masalının sürdürülmesi kolay değildir. Bu illüzyon belirli bir süre için kişilerin birbirlerini algılamaları ile ilgili bir meseledir; ancak hiçbir kadın ya da erkek kendi başına ayakta duramayan ve yaşamak için bir başkasına muhtaç olan gariban birine hayranlık duymaz. Hiç kuşkusuz bunun için milyonlarca dolarınız olması da gerekmez ama belli düzeyde bir servete sahip olmak bazıları için şaibeli de olsa nerdeyse bir aşkın olmazsa olmazı gözüküyor.
Sonuç olarak herkes herkesin ne olduğunu ya da ne olmadığını bilir de gerektiğinde ne kadar dürüst ve onurlu ya da ahlaksız olacağını bilmez. Bir kadında geçmiş; bir erkekte de gelecek aranır diyen yazar haklıysa, bir kadın hayranlık duyduğu bir erkeği severken şaibeli de olsa bir zenginlik vaadine mi kanar yoksa onurlu ve dürüst bir yoksulluğu mu yeğler? Bir zamanlar bir kamyon şoförünün öğretmen oğlu ile evlenen başkan adayının saygıdeğer eşinin şaibeli bir zenginliği reddetmiş olabileceğini söyleyebiliriz. Ama halk bu konuda genellikle tarafsız kalabilir ; buna en iyi cevabı ise seçim zamanı geldiğinde emeklilere verilen ekstra ödemelerde bulabiliriz ve bu durum onların dürüstlüğünü sorgulamamızı gerektiriyor.Çünkü emeklilerin kendileri de dahil olmak üzere çoğu kişinin aklından geçse de; döviz kuru bu derece yükselmiş ve ekonomide durağanlık söz konusuyken kendilerine bu ekstra ödemenin neden şimdi yapıldığını ve neden daha önceki yıllarda verilmediğini, ve bu değirmenin suyunun nereden geldiğini sormayarak bu parayı aldıklarına göre, halkın büyük bir bölümü için gerektiğinde daha büyük çıkarlar söz konusu olması durumunda şaibeli bir zenginliğin sorun olmayacağı izlenimi ediniyorum.
Dolayısı ile onurlu bir garibanlık mı yoksa şaibeli bir zenginlik mi sorusu bir soru olmaktan çıkıp bir ikilem halini almış gözüküyor. Hangisinin daha çok önemseneceğinin cevabı ise tarihin hangi bölümünde, hangi ülkede ve hangi koşullarda yaşadığınıza bağlıdır. Eğer ekonomik ve siyasal sistem kişilerin yolsuzluk yapmalarına uygun açıkları barındırıyorsa, bu soruyu sormanın bile anlamı olamaz. Ancak yine de kişilerin ne yapacakları tamamen koşullara bağlı olarak değişir, iyi niyete bağlı olarak değil.