1961 Anayasası'nın getirdiği özgürlükler ortamında, gazetecilerin haklarını genişleterek, çalışma koşullarını iyileştiren 212 sayılı yasanın kabul edildiği 10 Ocak, gazeteciler için "bayram" diye nitelenen bir gün olarak belirlendi.  Özgürlüklerin tırpanlandığı 12 Mart Muhtırası ile gün bayram olmaktan çıkarılıp, "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak değiştirildi.
             
Bugün Türkiye'de basın denince akla, haber verme ve haber alma özgürlüğü değil, gazeteciler üzerine kurulan baskılar ve iktidara taraf olup olmama üzerinden yandaş, candaş, karşıt gibi bölünmeler geliyor. Çok güç koşullarda yapılan, özveri gerektiren onurlu bir meslek. Ancak işin içine siyaset girince; ya da iktidar, siyaseti her yere nüfuz etme aracı olarak kullanınca, mesleğini onuru ile yapmakta ısrar eden yayımcı ve gazete çalışanları bedellerle yüzleşmek zorunda bırakılmaktalar.
            
İktidarın kendi zihniyetinin etki alanını genişletme amacı için kullanılan bir araç olmaktan öte görmediği medya anlayışı giderek yerleşiyor. Medya özgürlüğüne, özgürlüklerin korunması ve geliştirilmesi açısından sadece medya çalışanlarının (haber iletenlerin) değil, haber alanların da (okuyan, izleyen, dinleyenlerin) sahip çıkıp, direnmeleri gerekiyor. Türkiye'de açıkça, iktidar medyası ve muhalif medya diye bir ayrımın oluşması özgür haber olma olanaklarının ortadan kalktığının açık bir ilanıdır. Muhalif medyayı da; doğrudan ayar verilen; kendi kendisine ayar vererek iktidara dolaylı destek vermek zorunda bırakılan ve medyanın gerçek  işlevini, muhalefet görevini yürütmekte direnenler olarak sınıflandırmak mümkün.
           
Basın özü itibariyle muhaliftir. Tarafsız kalabilmesi ve gerçekleri paylaşabilmesi için zorunlu bir niteliktir muhalif olması. Türkiye'de muhalefete siyaseten bile tahammülün olmadığı baskıcı yönetim anlayışı etki alanını genişlettikçe medyanın özgür haber yapabilme alanı kısıtlanmaktadır. Nitekim Türkiye, Freedom House 2014 raporunda, basın özgürlüğünde, 197 ülke içinde 134. sırada yerini almıştır ve kuruluş, hep "kısmen özgür ülkeler" arasında yer verdiği Türkiye'yi,  "özgür olmayan ülkeler" kategorisine düşürmüştür. Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü, 2014 Dünya Basın Özgürlüğü sıralamasında Türkiye'ye, 180 ülke içerisinde 154. Sırada yer vermiştir. Bu örgütün son on yıllık sıralamasına bakıldığında  Türkiye'nin  56 sıra gerilediği görülecektir.
           
Özetle, Türkiye'de  çalışan gazeteciler, bu günü maddi sorunlarının yanında, mesleğin en temel koşulunun özgürlüklerinin olmayışından yakınarak anacaklar. Bizlere düşen tüm bu olumsuzluklara karşın direnç gösterip, kalemini kırmayan gazetecileri  kutlamak ve gazetelerin ve gazeteciliğin yaşaması için destek vermeyi sürdürerek dirençlerine destek olmaktır. Başta iş güvencesi ve özlük hakları olmak üzere, giderek daha fazla zorluklara ve baskılara göğüs gererek bizleri gerçeklerle buluşturma gayretini sürdürmekte direnen tüm medya emekçilerine saygımızı, eski ABD başkanlarından Thomas Jefferson'ın sözü ile iletelim: "Gazetesiz bir hükümetimiz mi yoksa hükümetsiz gazetelerimiz mi olsun sorusuna yanıt vermek bana düşse, bir an tereddüt etmeden ikinciyi seçerdim".
         
Bir ülkede özgürlüklerin (demokrasinin) en önemli göstergeleri;  basın özgürlüğü, bağımsız yargı, kadın-erkek eşitliğidir. "Anneler, annelik kariyerinin dışında bir başka kariyeri merkeze almamaları gerekir. Merkeze iyi nesiller yetiştirmeyi almalılar'" diyen Sağlık Bakanı, kendi kariyerine (!) cinsiyet ayrımcılığını eklemiş ve eşitsizliğe katkı koymuş oldu. Hükümetin görevleri arasında  kadının yaşamındaki öncelikleri belirlemek yoktur, kadın ya da erkek tüm yurttaşların kendi önceliklerini yaşama geçirebilecekleri bir yaşam standardı sağlamak gibi bir görevi vardır hükümetin. Anne ve çocuğun değil; doğumun, doğurmanın, anneliğin öncelenmesinden dolanılarak ötekileştirilip, "çocuk doğur, kariyer düşünme, otur evinde çocuğuna bak" telkini altında tutulan kadınlarımızın bu kariyerleri (!) nedeniyle sorunları çığ gibi katlanıyor. Şiddet gören, eşinden ayrılan kadınların ekonomik özgürlükleri olmadığı için gidecek yerleri yok. Yalnız İstanbul'da bir yılda 6 bin kadın sığınma evlerine sığınmış, her ay en az 500 başvuru olduğu kayıtlarda var. 2012 yılından 2014 yılının Ağustos ayına kadar 22 bin 131 kadın için geçici koruma kararı alınmış. Kadınlar böyle de, çocuklar ne durumda? 2008-2011 yılları arasında kayıp çocuk sayısı 27.000'in üzerinde; 16.000'den fazlası kız çocukları... 2014 Haziran ayı verilerinde 4.000'den fazla kayıp var. Yetişkin kaybı bu rakamlar içinde yok, düşünebiliyor musunuz? Rakamlara döktüğünüz zaman dehşet içinde kalıyorsunuz. Sağlıklı düşünce, kadınlarımızı sığınma evleri yerine, kendilerinin iradelerine teslim edecek bir eşitlik ve özgürlük ortamı sağlamayı önceler. 
           
Türkiye'nin medya ve kadın konusunda rezervleri olmayan, ne medyanın ne de kadının özgürlüğünden korkmayan iktidara gereksinimi var. Sorunları çözmek yerine, yaşamlarımızın tüm alanlarına nüfuz ederek yeni sorunlar üreten anlayıştan kurtulmak için bunları dile getirecek özgür bir medya ve sorunları "külliyen" (!) çözmek için çalışmalar yapacak özgür üniversitelere gereksinim var. (Kampüs alanlarına "külliye" adını vererek iktidar yanaşması olmayacak üniversite anlayışından söz etmekteyim.)
            
Her ne kadar 10 Ocak, "Çalışan Gazeteciler Günü" olarak anılsa da, ben bu zor süreçte kalemini kırmayan, tüm baskılara direnerek gazetelerini yaşatma çabası veren özverili gazetecileri ayrı tutuyor ve bu güne "Onurlu Gazeteciler Günü" diyerek kutluyorum basın emekçilerinin bu anlamlı gününü. Çok uzak olmayan bir süreçte, medyanın, üniversitelerin, kadınların, düşüncenin, yargının.... özgür bırakıldığı, tüm bunlardan (özgür basın, özgür düşünce, özgür bilim, özgür kadın, özgür yargıdan....) korkmayan bir iktidar düşü ile, "Gazetecilerin Onur Günü" olarak kutlayacağımız, 10 Ocaklarımız olsun diliyorum.