16 Nisan Referandumu'nun temel niteliğini daha iyi kavrayabilmek için halkoylamaları tarihine ve halkoylamaları arasındaki ayrımlara kısaca bakmakta yarar var.
Bu kapsamda önemli bir kavram ilk aşamada karşımıza çıkıyor: Plebisit kuruculuk. Plebisit kuruculuk hiçbir tartışma ortamı olmadan ya da sınırlı düzeyde ve yönlendirilmiş tartışmalara başvurularak anayasaların halkoylaması yoluyla oylandığı yönteme denir. Bu yöntemin bir diğer adı da Bonapartist anayasacılıktır. Çünkü bu yöntemi ilk kullananlar 1799 Anayasası'yla Napolyon Bonapart ve 1852 Anayasası'yla Louis Napolyon olmuştur.
    
Bu yöntemde, anayasanın hazırlanmasında halkın herhangi bir rolü yoktur. Halk, sadece en son aşamada, meşruiyet kazanma kaygısıyla sürece dahil edilir. Bu yönteme 19. ve 20. yüzyıl otoriter rejimleri sıklıkla başvurmuştu. Hitler, bu yöntemi birçok kez uygulamıştır. Bu yöntem zaman içinde, sadece anayasa bağlamının ötesine geçmiş, iktidarı elinde tutanlar, çeşitli anti demokratik uygulamalarına, hatta toprak işgallerine bu yöntemle meşruiyet kazandırmaya çalışmışlardır. Dolayısıyla, plebisitler demokrasi ile bağdaşan uygulamalar değildir.
    
Buna karşılık, kimi durumlarda, anayasaları kurucu meclisler değil, iktidarı elinde bulunduranlar yapsa bile, bu anayasalar özgür bir ortamda tartışılabilir. Çoğulculuğu içlerinde barındıran, yönlendirilmemiş bir tartışmanın neticesinde referandum ile toplumsal destek aranır.

Sonuç itibariyle sandık demokrasinin yegane göstergesi değildir. Demokrasi, oy kullanmayla sınırlı değildir.
    
Bu kısa veriler ışığında, 16 Nisan'ın bir plebisit mi yoksa bir referandum mu olacağını varın siz değerlendirin.