Bir yazı aldım. Bugünün AKP iktidarının uygulamalarından hareketle geçmişte çok partili rejim başlangıcının ilk partisi DP'ye yaptığım göndermelerle ilgili birtakım şeyler söylüyor. Söz konusu yazının sahibi özetle beni haklı bulduğunu belirtiyor. Teşekkür ediyorum.
              
Bağımsızlık Savaşı sonrası özlenen Cumhuriyet yönetiminde sanayileşme, eğitim ve kültürde hedeflenen atılımlar doğrultusunda yaşanmaya başlayan güzellikler, ardından çok partili rejim başlangıcı, 1950'ler, karşıdevrimcilerin kin yüklü düşmanlıkları, mevcut DP iktidarının ABD'ye daha ilk günden teslim olması, içeride dinin siyasete alet edilmesi vs vs vs. Bugün tüm bu konuları bir yana bırakıyor, farklı bir konuya yelken açıyorum: İnsan evladı soğanı yiyecek bir ürün olarak nasıl buldu, nasıl denedi, nasıl karar verdi? Konu bu, bunu merak ettim. Çünkü soğan öyle bir tür ki kokusu ağır, göz yaşartıcı özellikte ve üstelik acıysa ağza alınmayacak nitelikte. Peki, hadi şimdi yanıt arayalım; insan evladının soğanla ilk karşılaşması nasıl oldu ve onu hangi cesaretle ağzına atıp sınadı.
                
Olasılıkla ilkin kabuğuyla yedi. Baktı, kabuk sert, çiğnenip yutulmuyor, soydu. Soyarken gözlerinden yaş gelince ne yaptı? O zaman yerküre bu denli kirli değil. Her şey organik ve topraktan fışkırmış türlü nebat arasından seç seçebildiğini olanağı karşısında, "Sallamışım böylesine bir yiyeceği!" deyip niçin vazgeçmedi? Hadi vazgeçmedi diyelim, bu kez kabuğunu soyarken göz yaşı akıtmaya dayandı da peki tadının acılığı karşısında ne yaptı?
                
Sorular uzun ve konu çetrefil. Ama insan merak etmeden de yapamıyor işte. Kızgın zeytinyağını ya da kaynar suda pişirilmiş yumurtayı düşmanına karşı işkence aracı olarak kullanan insan acaba soğanı da aynı amaç doğrultusunda kullandı mı? Adları zulümle özdeş diktatörlerin bu konudaki bilgileri ne ölçüdeydi?
               
Diktatör, dedim de; şu Ukraynalılar âlem insanlar gerçekten. Geçmişte Bangkok'ta genç bir kızı sokakta ünlü diktatörlerin masklarını balon satar gibi satarken görmüş, etrafında dört dönmüştüm. Kiev'de bu kez karşınıza, Ukraynalıların diktatör diye niteledikleri adlardan birisi olan Putin çıkıyor. Yok, adamı öyle Bangkok'taki gibi mask yapmamışlar, resmini, tuvaletlerde kullandığımız silinme aracı kağıt rulolara basmışlar. Günümüz çağdaş sanat anlayışı içersinde son derece ucuz olan rulolardan bir tane satın al, aç, çerçevelet ve duvarına as!

                
İlk günden ABD'ye bağımlı çok partili rejimimizin birinci iktidar partisi DP'den soğana, soğandan tuvalet kâğıdına nasıl da geldik, değil mi?
                
Dilerseniz köşenin uzunluğunu zorlamadan zamanında bir avukat yazıhanesinde gördüğüm şu veciz söz ve Ukrayna sanayinin ürettiği tuvalet kâğıdı görüntüsüyle bitirelim.
"Bir soğan soyulurken yaşarıyor da gözler
Hazine soyulurken aldırmıyor öküzler?"
Abdullah Çağlayan, DEVRAN II, Antalya İleri Matbaası, 1965 (*)

(*) Antalya Defterdarı merhum Abdullah Çağlayan, bu taşlamayı 1943 yılında yazmış ve "Memurları fena yola sevk ve hükümet aleyhine tahrik mahiyetinde" suçlamasıyla hakkında soruşturma açılmış.
Abdullah Çağlayan ise savunmasında özetle şöyle demiş:
"Manzume, memurları fena yola sevk ve tahrik değil, kötü ahlak ve karakter sahibi insanları, dürüst ahlaklı ve yurdun nizamlarına hürmetkâr olmaya davet eder mahiyettedir."
Abdullah Çağlayan bu ifadeyi verdiği sırada yedeksubaydır.
Soruşturmayı yürüten Afyon C. Savcısı İlhan Dizdar, takipsizlik kararı verir. Muhterem savcıya göre şiir, mizahtır ve edebi sanat eseri olarak düşünülmesi gerekir.


TARİHTEN SAYFALAR

14 Mayıs

Bugün Dünya Çiftçiler Günü

Çiftçilik zor zanaatlardan birisidir. Toprak, bitki; bilgi ve ilgi ister. Tuzu kuru çiftçiyseniz sorun yok. Kuru değilse yandınız ki ne yanmak! Birileri onca emek ve para karşılığı ürettiğiniz ürünün sizden alış fiyatını masa başında belirler. Sonra o ürün çarşı, pazara düşer; ateş pahasıdır, yanına yaklaşılmaz olmuştur. Gelmiş geçmiş iktidarlarımızda çiftçinin alınterine değer vereni oldu mu? Bana sorarsanız, olmadı! Olacak da değil!