Gece yatmadan önce yarım saat instagram turu, sabah uyanınca facebook ve twitter. Topluluk içinde daralınca, telefonun kurtarıcın. Bankan orada, alışveriş portalın orada, süpermarketin orada, iddia siten orada. Kısacası hayatın aslında telefonunda. Bütün gün elimizden düşürmediğimiz telefonumuzun pili bu tempoya dayanmayınca da, suçlusu onu yaratan markada.

Sosyal medyanın gücü tartışılmaz. Bu kuvvetli bir güç.  Ancak bir o kadar da tehlikeli. Bu platformun insanların arasını açtığını gördüm ben. Daha geçen hafta bir arkadaşımız siyasi görüşünü belli eden bir fotograf paylaşmış. Altına da havai fişek gibi yorumlar ardı ardına patlamış. Sonra karşılıklı restleşmeler. Birbirini arkadaşlıktan silmeler.
Sizce facebook böyle bir tartışma için doğru adres mi? Ya da herhangi bir konuda aynı görüşü paylaşmadığımız arkadaşımızı bir tuşla silmemiz doğru hareket mi? Belki şimdi duyduklarınız hoşunuza gitmeyecek ama bir kova kadını olarak söylemezsem olmaz. Karşınızdakinin görüşü her ne olursa olsun saygı göstermeyi bilmek lazım. Fikrine zerre kadar katılmasanız dahi. Ona kendi fikrinizi yazarken ya da anlatırken kullandığınız dil de bir o kadar önemli! Ama en önemlisi savunduğunuz görüşe zıt bir tutum içinde olmamanız. Bir yandan demokrasiyi sonuna kadar savunurken, diğer yandan karşıt görüştekine hakaret edemezsiniz.  O zaman biri de gelir size der ki, "Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!".

Çok sevdiğim bir söz var, "Ne dediğin değil, nasıl söylediğin önemli". Karşındaki insana negatif birşey de söylemek zorunda kalsan, onu istersen öyle bir söylersin ki, konuşmanın sonunda boynuna sarılır. Bunun için de, göz teması kurmak önemli. Duruşun, sesinin tonu, yüzündeki mimikler, konuşurken ona dokunman hepsi iletişiminin bir parçası. Ama sosyal medya üzerinden yaptığımız hiçbir tartışmada bunlar yok. Sadece o an parmaklarının tuşladığı kelimeler var.   
İletişimin tuzu biberi dokunmak. Tıpkı Giresun'da üşüyen köpeğe ceketini örten belediye işçisi gibi. O işçi ceketini çıkartıp titreyen sokak köpeğinin üstüne örtüyor. Sonra da kendisiyle röportaj yapan gazeteciye, "Çok mühim bir şey yapmadım ki, köpek üşüyordu ceketimi çıkarıp üstüne örttüm" diyordu. "Alt tarafı bir ceket" diye de ekliyordu. O işçi o gün bir canlının kalbine dokundu. Biz de ilişkilerimize biraz tuz biber katalım mı?