Tamam!.. Tıpkı dediğiniz gibi rejimi değil, sistemi değiştiriyor olun!.. Önceki ve sizleri iktidar yapan sistem üzerinden yapamadığınız/yapılamayan ne var ki "sistem"i zorluyor ve yerine yeni bir sistem getirmeye çalışıyorsunuz?
 
Türkiye'yi  "yeni" adı altında farklı bir yönetim biçimine taşıyan dönüşümün yurttaşa o(nay)lattırılması çabalarında kilit soru budur!.. Ve bu onaylama, sonraki esas onaylamanın yolunu açacak bir adımdır. Başından bu yana dillendirilen ve "yeni" denilen AKP anayasasından söz ediyorum. Toplumsal güçlerin tüm baskılara karşın direneceği görüldüğü için, çark edilerek ve şimdilik "değişiklik" adı altında yapılan köklü dönüşüm, kağıt üzerinde kuvvetler ayrılığı varmış gibi gösterse de pratikte yetkiler tek kişide toplanıyor ve o tek kişinin aynı zamanda iktidardaki partinin başkanı olmasına da rıza göstermemiz isteniyor.
              
Bunun literatürdeki adı "tek parti devleti"dir. Tüm yaşam o tek parti (ideolojisi) etrafında/üzerinden şekillenecek demektir. Bunun diğer adı, sistemin kontrolünü tek bir partiye teslim etmektir. İktidara hangi parti gelecek olursa olsun, hangi parti başkanı olduğu önemli değil, parti üzerinden tek kişiye geniş yetkiler tanınmasına karşı olunmalıdır.
             
"İktidar bozar, mutlak iktidar mutlaka bozar" diye bir söz vardır. Gücün sınırlanması, gücü kullanan açısından da önemlidir.
               
"Evet"  ya da  "hayır"!.. İki seçenek var gibi. Esasen iktidarın tercihi, yurttaşa onaylattırılmak isteniyor. Fiilen var edilenin meşru bir temeli yok ve ortada ihlal edilmiş bir anayasa var; yani anayasa suçu işlenmiş. Bu suçun suç olarak dillendirilmesinin engellenmesi meselesidir söz konusu olan. Önce Meclis'e onaylattırıldı, şimdi seçmenler onaylasın deniliyor. Evet tembihinin çoğaltılması ve "hayır" diyenlere, doğrudan/dolaylı baskılar bu yüzden.
              
Tek kişi iktidarına doğru tüm taşlar döşendi, şimdi sıra görkemli bir açılışta. Açılış yapılmadan önce ruhsat işini yurttaşa havale ederken; işi şansa bırakmamak adına her türlü önlem de alınmış durumda. Bunların içinde en önemli olanı, "olağanüstü hal"in ilanı ve sandık süresince de devam edecek olması.
              
Sürecin olağan olmadığını ilan ederek, ne zaman geçileceği belli olmayan olağan (!) süreçlerde uygulanacak bir "sözleşme"(!) yapılmak isteniyor. Meşruluğun bu yolla sağlanmayacağını süreci yönetenler de biliyor. Dayatılan sonuçların "meşruluk kaynağı" kabul edildiği bir tuhaf süreç bu!.. Sonuçlarla alınan mesafe ise küçümsenecek gibi değil. Daha şimdiden sonuçları sorgulayacak zemin yok. Sandık sonrasında partisini de giyinmiş olarak karşımıza çıkacak tek kişi ile hiç olmayacak. Partilerimizin en büyük hastalığı patronaj ilişkileri nüksederek, yanaşma sayısı katlanacak. Yandaş olanlar alenen görüşlerini ifade edebilirlerken, karşı olanlar hepten susacak/susturulacaklar.  Partizanlık kol gezecek.
               
Hukuk ile fiili olan arasında tercihte; "hukuk" yurttaşın hak ve özgürlüklerini, "fiili olan" ise tek seçicinin özgürlük alanının genişletilmesini anlatıyor. Terazinin iki kefesinden birinde çok geniş yetkiler tanımamız istenen tek seçici var. Diğer kefesinde biz.
              
Bize onaylattırılmak istenen anayasa değişikliği ile giydirilen güce, "evet" diyenlerin sayısı eklenerek, tek kişinin özgürlük alanı genişletildiği kadar, yurttaş özgürlükleri daraltılmış olacak. Özgürlüklerinden vaz geçenlerin sayısı kadar artacak olan tek kişiye devredilen bir güçten söz ediyoruz. Partili başkan, kendi partisinin başkanı olarak diğerlerinin onayını alamayacağı için, onlar üzerinde baskı daha da artacak. Bunu doğrudan kendisinin yapmasına gerek kalmayacak, ona tutunan/çalışan partizanlar daha güçlenmiş olacaklar.
             
Türkiye, daha şimdiden, şu hali ile 2016 yılının özgürlükleri en fazla gerileyen ülkeler listesinin en başında yer buldu. Akıl alır gibi değil ama şu da gerçek ki; kurulacak sandıkla, seçmenlerin bir kısmı kendileri ile birlikte, "hayır" diyenlerin de özgürlüklerini kısıtlamış olacaklar. Egemenliğin iktidara devrinden söz ediyoruz; iktidar olanı egemen kılmaktan!...
             
Tarih boyunca özgürlük mücadelesi verenler, iktidarla egemeni ayrı tutmanın yollarını aradılar. Biz tüm bu kurumlara sahip olmuşken, şimdi kendiliğimizden terk etmemiz tembihleniyor.
            
Özgürlüğü tek kişinin (dolayısı ile temsil ettiği partinin) eline tutuşturarak, sadece parlamenter rejime değil; çoğulcu, özgürlükçü demokrasi idealine de veda etmiş olacağız. Kendimizi kandırmayalım; kurulmaya çalışılan yeni dedikleri rejimde, iktidarın iz düşümü olan uydu particiklerle yaratılacak yapay muhalefet, tekçi iktidarın örtüsü olmaktan öteye gidemeyecek.
           
Bugün şikayet ettiğimiz çok kanallı ama tek sesli hale gelen medya kalıcılaşacak. Sadece TRT'nin yayım yaptığı tek kanallı çok sesli dönemi arar halde değil miyiz? Çoklukla(nicelikle), çoğulculuğun (çok sesliliğin) aynı şey olmadığını öğrenmiş olmalıyız.
           
Demokrasinin ve özgürlüklerin varlık sebebi/güvencesi güçlü muhalefettir. İktidarı sevip orada toplanmayı/nemalanmayı tercih eden bir kültürde muhalefet edenlerin hep bedel ödemiş/ödüyor olması hiç de tesadüf değil!...
           
Özgürlükleri her geçen gün biraz daha daraltan anlayışı iktidar yapmayı ve onu orada  tutmayı demokrasi zannetmekten sorunlu/sorumlu muhalefetle geldiğimiz yer burası. Şimdi özgürlükleri ve hukuku geri çağırmak adına, yeterli olmasa da, elimizde sadece "HAYIR" var.
           
Türkiye gerçeğinin bizi savurduğu yer çok ironik:
Önceki halk o(na)ylamasının kaderini "yetmez ama evet"çiler belirlemişti.
Bu kez sıra, "Yetmez ama HAYIR" da!..