Bugün onun dünya çapında ünlü biri olduğunu ve tablolarının milyonlarca dolar ettiğini bilerek bu teklife evet diyebilirdiniz ama şimdi bir an için geçmişe bir yolculuğa çıkalım ve onun beş parasız bir ressam olduğu yıllarda bu teklife nasıl bir cevap verirdiniz,ona odaklanalım.
Biyük olasılıkla sizin de o senaryo içinde bazı kişisel nedenleriniz olabilirdi ama şu aşk denilen hastalık sizi belirli bir süre gerçeklerden koparmadıysa bu teklife evet demeniz sizin yaşamınızı nasıl etkilerdi bilinmez ama benim iddiam bu durum onun hayatını çok olumlu etkileyebilirdi. Belki de kulağını kesmez, akıl hastanesine yatırılmaz ve yoksulluk içinde ölmezdi ve sizde dünya çapında bir ressamın karısı olma onuruna erişmiş olabilirdiniz ama –eğer- onu çok sevseydiniz? İşte her şeyin cevabının yattığı o gizemli kelime. “Eğer.” Ve sonrasında bu kelimeyi evrende herkes için en acı verici olabilecek olan şu ifade izler: “Her şey çok farklı olabilirdi.” Sizin için de Van Gogh için de...
Ama eğer; onun kendisinden 7 yaş büyük kuzeni Kee gibi onun evlenme teklifini “Hayır, asla asla” diyerek reddetseydiniz büyük olasılıkla o yine Vincent van Gogh olurdu ama eğer sizi ayrıcalıklı yapacak başka bir sıra dışı özelliğiniz yoksa bu koşullar altında sizin de “ Bayan Hiç” olarak yaşamınızı sürdürmeniz de olasılıklar dahilinde olurdu. Ve sürekli hayır dediğiniz Vincent van Gogh’un bu aşkını bir takıntıya dönüştürerek, babanıza gelip de ona bu konuda baskı yapmaya çalışırken elini mum alevi üzerinde tutarak şöyle dediğinizi duymuş olsaydınız tepkiniz ne olurdu?
“Elimi alev üzerinde tutabildiğim sürece onu görmeme izin verin”
Siz de babanız gibi o mumu üfleyerek onun heyecanını söndürebilir miydiniz? Ya da maddi durumu berbat bir ressamla evlenmenize izin vermeyen babanızı haklı mı bulurdunuz? Ya da bir kadında geçmiş bir erkekte gelecek aranır sözüne atıfta bulunarak hiç de sağlam bir gelecek vaat etmeyen bu ressamın tutkulu aşkını görmezden mi gelirdiniz ? Ama o esnada kuzeninin babası olan Johannes Stricker kadar siz de damat adayı Van Gogh`un yaptığı Dr Gacchet`in Portresinin o zamanlar bir Japon işadamı tarafından 82,5 milyon dolara satın alınmış ya da Sakalsız adlı portresinin New York`ta 71,5 milyon dolara veya Irisler tablosunun da yine New York`ta Sotheby müzayede evinde 53,9 milyon dolara alıcı bulduğunu bilseydiniz hiç kuşkusuz görüşleriniz değişebilirdi.
Bu kurgulamaya bir başka açıdan bakarsak Kuzeni Kee, Van Gogh `un karısı olmayı kabul etseydi; yine onun ölümünden sonra satılan tablolarından gelecek büyük paraların hayrını göremezdi ama en azından -onun karısı -olarak tarihe geçebilirdi ancak öte yandan doğacak çocukları bundan fazlasıyla yararlanabilirdi. Kimbilir bu deha aşkına karşılık bulsaydı sizden aldığı ilhamla eşsiz bir motivasyon yakalar ve böylece bugün milyonlarca dolar eden o tabloları daha önceden yapabilir ve daha önce ünlenir ve böylece daha iyi bir gelire sahip olabilirdi. Kişisel düşüncem bu tarz insanlarla birlikte olan kadınların hayatlarının belli bir döneminde yoksulluk içinde yaşasalar bile onlarla yaşamanın eğlenceli olduğu kadar can sıkıcı olmadığını da görebilecekleri yönündedir..
Eğer; siz de kuzeni Kee gibi Vincent van Gogh ‘u yoksul olduğu için reddetmiş olsaydınız bu hayatınızdaki yaşamınızın o döneminde böyle bir deha ile yaşamayı hak etmemiş olurdunuz .Doğrusunu isterseniz verilen tüm kararlar yanlış olsa da bunların hangisinin daha tutarlı olduğunu anlamak o an için nerdeyse olanaksızdır.Ama verilen her bir karara bakarak zamanlamanın bu kadar önemli olması tesadüflerin değerini bir parça yok etse de ancak doğru zamanda ve ideal koşullar altında bir araya gelen bir çiftin aşkına tanık olabilmek beni her zaman etkilemiştir. Çünkü bu şekilde bir zamanlama kolay rastlanabilecek bir tesadüf değildir ve bir şeyin bütünleşmesi ancak böyle bir evrensel denge ile tamamlanır.
Görünüşe göre eğer siz de kuzeni Kee gibi onun evlenme teklifini kabul etmiş olsanız; elbette Van Gogh daha mutlu olabilirdi ama kabul etmeliyiz ki reddedilen bir teklif ile bir başkası belki bundan daha hüzünlü olamazdı ama öte yandan siz onu reddettiğinize göre onu yeterince anlayacak, ona ilham verecek ve onun muhteşem eserler üretmesi için gereken motivasyonu sağlayacak biri değildiniz. Bizler onun eserlerinde onu dünya çapında üne kavuşturan bu hüznün esintilerini duyumsarız ama bu çeşit bir melankoli bana bazen yoksulluğun olduğu kadar yoksunluğun da yaratıcı olabilmenin temelini oluşturduğunun düşündürüyor. İşte bu yüzden yaşamımızın aslında varsayımlardan oluştuğunu bilmekle birlikte onun beklentilerimiz tarafından biçimlendirebildiğine tanık olmak beni şaşırtmıyor; ancak hayatın özünde ironilerin bu derece etkin olması ise hepimiz adına bana henüz açıklayamadığım kutsal bir denge içinde yaşadığımızı çağrıştırıyor.
Bir zamanlar Belçika’daki Borinage köyünün gönüllü papazı olan ve köylülerin ona taktığı lakabıyla “Çağdaş İsa” olan Vincent van Gogh kendisini resim yapmaya vermiş yoksul biri olsa da hayatının en mutlu zamanlarını geçiriyordu. Buradan Brüksel’e giderek ressamlığını geliştiren Vincent hastalanınca ailesinin yanına geri dönmüştü. Bu arada babasının din adamı olmasını istemesine rağmen o ressamlığı seçince araları açılmıştı. Bunun dışında kuzeni Kee tarafından reddedilmesi ve belki de o tarihlerde sizin onun karşısına çıkmış olduğunuzu varsaydığımız bir durumda sizin tarafınızdan da reddedilecek olan bir evlenme teklifi eklenince onun için işler hiç de iyi gitmeyecekti. Böylece bozulan ruh sağlığı ile birlikte yaşadığı yoksulluk; ve onu finansal olarak destekleyen yakın arkadaşının başka bir kente taşınması, sonun başlangıcını anımsatan bir fırtına öncesinde duyulan gök gürültüleri gibiydi. Hatta bu arada ürettiği en ünlü eserlerinden biri olan “Yıldızlı Gece” adlı tablosu bana her zaman bir başka ünlü yazar Oscar Wilde ‘ın şu sözlerini anımsatır.”Hepimiz çamurun içindeyiz ama bazılarımız gökteki yıldızlara bakıyor.”
Tüm bu olanlardan sonra akıl hastanesine yatırılan ressamın bir gün resim malzemeleri ile kırsal bir alana resim yapmaya çıktığında kendisini öldürmek isteyeceği kimin aklına gelirdi? Bu girişim sonrası her zaman yanında olan ve onu daima destekleyen kardeşi Theo yine yanındaydı. Theo’nun yazdığına göre “ Ölmeyi istiyordu; yatağının yanına oturup ona iyileşeceğini ve bu üzüntülerin,sıkıntıların geçeceğini söylediğimde bana “Keder sonsuza dek sürecek” diye cevap verdi, ve bu sözlerle neyi kastettiğini anlıyorum”.
Vincent van Gogh 29 Temmuz 1890’da bu dünyadan ayrılırken sadece 37 yıllık yaşamında arkasında özellikle son on yıl boyunca ürettiği yaklaşık 900 suluboya ve aralarında çok bilinen en ünlü yağlıboya resimleri ile birlikte 1100 karakalem çalışmayı içeren büyük bir koleksiyon bırakmıştı. Vincent’ in eski dostu Ressam Emile Bernard ise cenazeye geç kaldığını belirtiyor ve şunları aktarıyordu:
“Naaşının olduğu odanın duvarlarında asılı olan son resimleri onu saran bir renk halesi gibiydi ve resimlerden fışkıran deha orada bulunan biz ressamlar için bu ölümü daha da dayanılmaz hale getiriyordu. Tabut beyaz bir örtü ile örtülmüş ve çevresi de çok sevdiği ayçiçekleri de dahil olmak üzere bir sürü sarı çiçeklerle sarılmıştı. Hatırlayacağınız gibi, sarı en sevdiği renkti ve temsil ettiği ışığın tüm insanların kalplerini ve sanat eserlerini doldurmasını hayal ederdi.”
O böyle hayal ediyorsa ben de sizin onun kuzeni Kee’nin aksine onu gerçekten sevdiğiniz için evlenme teklifinizi kabul ettiğinizi ve şimdi odanın duvarlarında asılı olan resimlerden birinin onu saran bir renk halesi içinde size ait bir resmin olabileceğinin hayalini kurabilirim.
Yoksul olduğu için evlenme teklifini reddedilen böyle bir deha ile evlenmek ise en acımasız gerçekler ile en görkemli hayaller ve umutlar arasındaki çizginin ne kadar ince ve hassas olduğunu gösterir bize. Bizi bir hiç olmaktan kurtaran belki de bu noktada verdiğimiz kararlardır.