Lemming ya da yaban sıçanı denilen kuzey fareleri intihar mı ederler yoksa bu bir söylenti midir. ? Uygun ortamlarda aşırı üreyen bu hayvanların dişisi bile yılda seksen yavru veriyor. Hızla çoğalmaları nedeniyle de beslenmek için uygun ortamlar arayan bu hayvanlar göç etmeye başlıyorlar ve nehir veya göl kenarlarına gelince de duramayıp suya düşüyorlar.
İşte bu durum onların intihar ettikleri düşündürüyordu. Peki gerçek ne?
Gerçekte olup biten ise, ılıman kışların aşırı nufusa bunun da aşırı otlanmaya yol açması.Kuzey fareleri pek de tanımadıkları topraklarda yiyecek arayışına girince panik içinde koşmaya başlıyorlar ve dağ,dere tepe demeden koşuyorlar ve sonunda bir nehir veya göl kenarına gelince duramayıp düşüyor ve boğuluyorlar; işte olup biten trajik son bu.
Bence bu intihar değil ama bu bir alışkanlıktır. Tıpkı bizler gibi,yani gündelik alışkanlıklarımızdan oluşan bir yaşam döngüsü içinde olanca hızıyla çiftleşip çoğalan insanlara benziyorlar.
Alışkanlıklarımızdan ve gündelik rutinle örülmüş bir dünyada sürekli koşan insanlar da böyledir; çoğu zaman arkalarına bile bakmazlar ve sonunda onlar da kuzey fareleri gibi suya düşmeseler bile hızlarını alamayıp sonunda bir yerden düşerler ve yok olurlar. Aslına bakılırsa insanoğlunun kaderi daha da trajiktir çünkü insanlar düşmeden önce, ki buna halk arasında “Elden ayaktan düşme” de deniyor, hastalanıyolar ve acı çekmeleri bir yana bu düşüşün topluma bir maliyeti de oluyor.
İnsanlarla hayvanlar arasındaki en büyük farklardan biri de hayvanların sıkılmak nedir bilmedikleri noktasında düğümlenir ama ne yazık ki insanlar sıkılırlar ve kendilerini kötü düşüncelerden arındırmak ve oyalamak için sürekli çalışırlar, gece gündüz, yaz -kış ve yıllarca çalışırlar ve daha kötüsü sürekli aynı şeyi yaparlar ve kuzey fareleri gibi nehire veya göle düşmezler belki ama bir gün gelir var olmaktan hiçliğin o dehşetli karanlık boşluğuna düşerler ve o noktada yaratılan eğlenceler bir süre için zihinlerdeki karamsarlığı dağıtsa da yeniden kutsal kabul edilen çalışmaya geri dönerler.
Sadece çalışarak hayatlarına anlam katabilme çabası aylaklığın hor görülmesine yol açar ama hayatını sürdürebilmek için kazanılması gereken bir miktar para uğruna sanattan, bilimden, doğadan vazgeçerler ve hatta evrendeki tüm güzelliklerde sırtlarını dönerler. Ama yine de eylemsizlik onları ürkütür ve bu yüzden eski zamanlardaki kürek mahkumları gibi sürekli çalıştırılırlar ve bunun bir erdem olduğu söylentisi yayılır etrafa .Evet öyledir ama ne için, kimin için ve nasıl bir çalışma olacaktır bu ?.Bu çalışmanın karşılığında size verilen bir kimlik, size ödenen bir mikar paradan daha mı önemlidir.?Çalışarak kazanılan ödül ruhunuzdaki sıkıntıyı yok etmeye başarıyor mu yoksa size verilen bu rütbeler sizi bir süre için önemli biriymiş gibi yaşamanızı mı sağlıyor.?
Otoritelerin sürekli ülkenin içinde ve dışında var olan düşmanların varlığından söz ederek ,bu düşmanlara karşı koymanın tek yolunun kutsal olarak kabul edilen çalışmanın bir ibadet ya da erdemi olduğu mu ezberletiliyor? Çünkü bir toplumu yönetmenin en kolay yollarından biri de korku ortamı yaratmaktır ancak bu şekilde güven içinde olursunuz deniyorsa, bu aynı zamanda sadece üreterek, sadece satarak ve sadece satın alarak öyle ya da böyle bu yok oluş sürecinde son nefesinize kadar koşarken varlığınıza bir anlam kazandırabilirsiniz demektir.Şimdi ulusal marşlar eşliğinde aylaklık yapanlar aforoz edilmeden önce yüce ve ilahi değerleri için kendilerini feda etmek istemiyorlarsa da bu kez kalabalıklar onları kurban etmeye hazırlanıyorlardır.
Sanık durumundan tanık durumuna geçmek istiyorsanız siz de onlara katılmalısınız aksi takidrde kurban edilmek bir çırpıda olmuyor; sizi yavaş yavaş yok ediyorlar. Üstelik aniden bir göle ya da nehire düşmek gibi değildir bu, aynı zamanda sonsuza dek lanetlenmektir.İnsanların korkutulduğu zaman bir boşluğun içine düşmeleri ve can sıkıntısından olmadık serüvenlere atılmaya hazır oldukları bir anda geleceğin biçimlenmesi bir tesadüf olamaz.
Kaçın, sizi boğacak olan zamandan ve ölümden kaçın, bunun tek yolu koşmak, daha hızlı koşmak yani daha çok çalışmak, daha çok üretmek yani daha az düşünmek, ama durun biraz kaçmak önemli olabilir ama ne tarafa kaçtığınız da önemli değil mi? Sizi boğacak olan o nehire ya da göle ya da denize mi kaçıyorsunuz acaba? Onlara iyi bakın,can sıkıntısından ne yapacağını bilemeyen ucuz kahramanlık peşinde koşan insanlardır bunlar.Kendilerine bir kimlik arayan hiçliğin boşluğuna düşmüş ve bu nedenle bir an olsun var olabilmenin keyfini sürmek isteyen sıradan insanlar için sıkıcı bir hayatı sürdürmek ölümden de beter gözüküyor, çünkü ölüm sıkıntıdan bir kez kopmaktır ama bir hiçlik duygusu ve zifiri bir karanlığın içinde amaçsız ve anlamsız yol almak ölümün içinde ölümden başka bir şey değildir.İşte bu perspektif bu insancıkları bir yok oluşa doğru taşırken ölümcül hatalar yapmalarına neden olur.
Şimdi biran duralım, bu yazıda bile koşturup durduk, biraz soluk alalım, sakinleşelim ve her şeyi yeniden düşünelim. Bunu yaparken size empoze edilen alışkanlıkları bütünü ve varsayımların biçimlendirdiği bir kafesten çıkıp, insanlara dayatılan ve onları bir umudun içine hapseden bir kadere karşı savaşı sürdürmelerinin tek yolu sürekli koşmak değildir ama bir an için bile olsa durup, detaylı bir şekilde düşünerek ve hissederek, ruhunuzun ve tüm varlığınızın soylu geçmişini o güne kadar var olmamış ve hiçbir zaman da var olmayacak olan sanal düşmanların suçlamalarına karşı temize çıkartarak zafer şarkıları söylemek olmalıdır.