Gamze Geçer- 1999'dan bu yana İzmir Barosu'na kayıtlı serbest avukatlık yapan Cem Altıparmak, çeşitli çevre davalarında savunuculuk yapmakta. 'Çevre ve Ekoloji Hareketi Avukatları' ÇEHAV, çevreyi hukuki olarak savunan bir örgütlenme modeli. Çevrenin korunması, çevrenin önemi ve iklim değişikliğinin küresel etkileri gibi bazı konularda ÇEHAV'ın İzmirli avukatı Cem Altıparmak ile çevre davalarının ve ÇED raporunun süreçlerini, Karaburun davası ve Körfez Geçiş Projesi'ni konuştuk.

 

-Karaburun davasında son durum nedir? Yenilenebilir enerji üretilirken sonuçları düşünelerek hareket edilmiyor. Nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye'nin sanayisinin gelişirken burada en önemli soru tüm enerji politikalarını ilgilendiren bir soru, ne pahasına o enerjiyi üretiyorsunuz, ve ürettiğiniz şey neye hizmet edecek? En önemli şey bu. Türkiye'de son 15 yıldan beri istatistiklere baktığımızda enerji harcamalarına baktığımızda, önemli kalkınmışlık endeks üretimine baktığınızda sanayi üretim ve tüketim ne olmuş? Artmış baktığınızda. Türkiye kendi sanayisinde üretemeyen bir ülke aslına bakarsanız. Sanayide tarımda elektrik üretimi düşmüş. Elektrikte tasarruflu ampül kullanın demekle tasarruf sağlanmıyor. Ticarethanelerde özellikle AVM'lerde bu tüketim çok fazla. Siz aslında tüketime yönelik bir enerji üretiyorsunuz. Herhangi bir AVM'nin ışıkları için Karaburun'daki zeytincinin zeytin üretimini kesiyorsunuz. Bunu yaptılar. Ve Karaburun'da rüzgar santralleri ile bunu yaptılar. Tamamen başıbozukluk var. Tek parametre rüzgar nerede iyiyse santrali orada kurarım mantığı var. Bu çok yanlış. Karaburun'da açılan davaları iptal ettirdik ama bunlar kolay olmuyor. Yargı süreçleri açısından çok büyük davalar kazandık. Ama bakınız sonuçlar ortada. Ciddi anlamda yerel insiyatiflerin birleşip Türkiye'de birleşmesi gerekiyor ki biz bir olalım. Dava hala devam ediyor. Sonu gelmiyor. İnsanlar sürekli yılıyor.

ÇED süreci başladığında nasıl bir süreç devam ediyor?

ÇED süreci başlatılırsa bu iş kapalı kapılar ardında sonlandırılamayacak. Halka gidilmesi gerekiyor. Halkın görüşleri alınmak zorunda. Halka rağmen bu projeyi yürütmek kolay değil ve proje dosyasındaki genel geçer bilgilerden ziyade daha kapsamlı raporlar hazırlamak gerekiyor. 'ÇED' ya da 'ÇED Gerekli Değildir' kararı verilmemesi lazım.

Çevre politikamızda denge yok

-Bakıldığında çevre, ekonomiye tercih ediliyor gibi bir durum var. Ormanların RES (Rüzgar Enerji Santralleri)'ler nedeniyle kesilebildiği, daha çok enerji elde etmek için termik santrallerin kurulduğu, daha da kurulacağı gibi. Çevre ve Ekoloji Hareketi (ÇEHAV) avukatı olarak çevre politikasını nasıl değerlendiriyrosunuz?

Öncelikle bakıldığında devlet olarak nasıl bir çevre ve ekonomi politikası var, yani çevrenin korunmasıyla ekonomik gelişme birbiriyle nasıl dengeli yürütülebilir, buna bakılmalı. Aslına her devletin kendi yasaları çerçevesinde çevreyi koruyan kanunları var. Bizde de var ancak biz 'Kalkınmacı' bir modeli benimsemiş bir ülkeyiz. Bu model içerisinde öncelikler ekonomik gelişme üzerine hareket ediyor. Bunun olası çevresel zararlarını, çevreye etkilerini görmezden gelme anlayışı hakim. Türkiye'ye baktığımızda halkın çevreye katılımı zaten son derece sınırlı. En fazla Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinde yapılan bir iki bilgilendirme toplantısına katılabiliyor, bunlar da 'dostlar alışverişte görsün' şeklindeki toplantılar oluyor. Yoksa halka bu süreçlerde söz ve karar sahibi olma hakkı tanınmamıştır.

-Çevre açısından bakıldığında 'Kalkınmacı Model' ne anlama geliyor? Türkiye'de, enerji üretme politikamızı hukukçu olarak nasıl görüyorsunuz?

Türkiye'de enerji üretiminde arz fazlası olan bir ülke konumunda. Yani talep edilenden daha fazlasını üreten bir ülkeyiz. Planlı bir enerji üretimimiz olmadığı için hala çevreye verdiği, vereceği zararı düşünmeden, yaşam alanlarını sınırlayan bir takım enerji projelerini de hayata geçirmeye devam ediyoruz. Bu nedenle planlı bir enerji politikasının olması şart. Sadece enerji politikasında değil, her işte şunu sormalıyız; Neyi, ne için ve ne pahasına üretiyoruz? Üretiğiniz enerji, çevrenin yıkımı anlamına geliyorsa, bir gün ürettiğiniz enerji işinize yaramayacak çünkü doğayı korumadınız. İklim değişikliği ile mücadeleyi öncelikleriniz arasında görmediniz...

-Çevresel değerlere bakılmadan, kalkınma sadece iktisadi bir faaliyet olarak mı algılanıyor? Bu durumda kalkınmacılık sadece ekonomik midir?

Kalkınmacılık sadece ekonomik olarak düşünülemez, bunlara özgülenemez. Oysa kalkınma aynı zamanda doğal ve çevresel değerlerinin korunması. Kalkınmada gelişme endeksini belirleyen unsurlar sadece 'ekonomi' değil. Sadece madenlerin çıkarılması veya bir şeyi tek başına ne kadar ürettiğiniz değil. Bunların karşılığında ürettiğinin yanında doğal varlıklarını da koruyor musunuz? Bunun hesabını yapmak zorundasınız. Çünkü sadece ve sadece bir yatırımın büyüklüğü, bundan elde edilen kâr, vergi gibi şeyler kalkınmayı tanımlayamaz. Elde ettiğiniz ekonomik kazanımın yanında, suyunuzu, toprağınızı, çevrenizi ve havanı koruyor musunuz? Bunların muhasebesi yapılmak zorunda, diğer bir deyişle, artık ekonomik olan ekolojik de olmak zorunda.

-Bu arada üretim, planma ve politika belirleme açısından özel şirketleri nereye koyuyorsunuz?

Özel şirketler üretim politikasını planlamaz, bu muhasabeyi yapmaz. Yapmak zorunda da değil. Bunu devlet yapmalı. Şirketlerin sadece karını maksimize etmek gibi düşüncesi var. Şirket kendini buna yoğunlaştırır. Devlet, toprağını, suyunu ve havasını koruyan bir polika oluşturmuşsa özel şirketler de buna uymak zorunda. Devlet bunun karşılığında çevresel veya toplumsal olarak neyi kaybedeceğini, neyin yok olacağını hesaba katmalı ve buna göre karar vermeli. Eğer sadece bir işletmenin ekonomik geliri üzerinden politika belirleniyorsa, asıl dediği şey şudur: "Köylüler taş yesin."

Dünyanın sorunu haline geliyor

-Çevre sorunu gördüğümz kadarıyla artık bölgesel değil; tam tersine küresel bir sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu duruma ilişkin baktığınızda daha küresel önlemler alınmalı galiba?

Türkiye'de yaşanan çevre sorunları ve buna ilişkin bilincin oluşması küresel gelişmelerden bağımsız değil. Örneğin 1980'lerden itibaren sermayenin küreselleşme sürecine girdiğini, şirketlerin küresel üretim modeline doğru şekillendiğini gördük ve küresel çaptaki sermaye gelişimin aynı zamanda küresel çapta çevre sorunlarına yol açtığını da. Şunu fark etmemiz gerekiyor. Küresel çaptaki çevresel sorunlara karşı mücadeleyi küresel boyutta düşünmek, yükseltmek gerekiyor. Daha örgütlü, daha bilinçli ve uluslararası boyutlara taşınılması kaçınılmaz, çünkü artık hiçbirimiz kendi bölgelerimizdeki adacıklarda mücadele ederek, sorunu çözemeyiz. Bunu en bariz örneği iklim mücadelesi. İklim mücadalesi kapsamında bakıldığında bugün Hindistan'da, Bolivya'da veya gelişmekte olan bir başka ülkede ortaya çıkan iklim felaketlerinin, su kaynaklarının yok olmasının, toprağın tarım yapılabilirliğini kaybetmesinin, ormanlarının yağmalanmasının nedenleri ve sonuçları, küresel boyutta hepimizi etkiliyor. Dolayısıyla bu süreci küresel bir anlayışla değerlendirmeliyiz. Ekoloji mücadelesinin küresel çapta algılanması gerekiyor.

Türkiye'nin her yerinde varız

-ÇEHAV olarak çevreci kimliğinizin yanısıra avukatlar olarak çok sayıda çevre davalarına bakıyorsunuz. Ekoloji mücadelesinde sorun yaşayan, mağdur olan insanlarla nasıl bir araya geldiniz?

ÇEHAV, Çevreyi korumayı ilke edinmiş avukatların bir araya gelmesiyle oluşmuş bir alan. Sadece İzmir'de değil, Türkiye'nin her yerinde, benzer sorunlu alanlarda mücadele eden avukatların bir araya geldiği bir topluluk. Trakya'dan Van'a, Mersin'den Karadeniz'e kadar. Çevre mücadelesinde yer alan avukatların kendi deneyimlerinin ve birikimlerinin biraraya geldiği ve buna ihtiyaç duyulduğunda, talep edildiğinde davalara bakan gönüllü bir hukukçu topluluğuyuz. Bir başkanımız yok, kararlarımızı tartışarak ve birbirimizi ikna ederek, konsensüsle alırız. Ekoloji mücadelesinde sorun yaşayan, mağdur olan insanlarla bir gönüllülük esasında bir araya geldik. Elimizden geldiği kadarıyla da bu desteği sunmaya çalışıyoruz.

-Çevre davalarında özellikle dava harçları bildiğimiz kadarıyla ciddi miktarlar. Bu miktar nasıl karşılanıyor?

Evet, ciddi giderleri olan davalardır çevre davaları. Her bir davada ortalama en az 15 bin TL civarında masraf oluyor. Bilirkişi keşif masrafları özellikle çok zorluyor mağdurları. Onlar da şimdiye kadar imece usülü ile topladılar. Kendi aralarında bir takım düzenledikleri kermeslerle, imecelerle toplamaya çalışıyorlar ancak çok fazla mağdur oldular bu davalar yüzünden.

46 yıl önce başladı

5 Haziran Dünya Çevre Günü'nün tarihine bakıldığında, 1972 yılında 133 ülke bir araya gelerek bir protokol imzalıyor. Bu ilk adımı ve akabindeki gelişmeleri kısaca değerlendirir misiniz?

Dünya'da ilk kez farklı ülkelerin bir araya gelerek 5 Haziran 1972'de İsveç'in başkenti Stockholm'de imzaladıkları anlaşma, çevre hakkını, yaşam hakkı, düşünce özgürlüğü, eğitim hakkı gibi birinci ve ikinci kuşak hakların yanında, üçünçü kuşak bir hak olarak tanımlıyor. Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına ve küresel çevre sorunlarının insanlığın ortak sorumluluğu altında olduğuna vurgu yapıyor. Çevre alanında yapılmış ilk uluslararası konferans olması nedeniyle de toplantı tarihine itafen, 5 Haziran Dünya Çevre Günü olarak kutlanmaya başlıyor.

Hangi güçlüklerle mücadele ediliyor?

- Davalarda Şikayet Konusu Durumdan Rahatsız Olanlar/Menfaati Olanlar Kimler?

Çevre ihlalini ortaya çıkaran durumdan etkilenen tarafları doğru tespit etmek, hem açılacak olan davalarda davanın taraflarının kimler olduğunun belirlenmesi için önemli hem de ihlale karşı yürütülecek diğer savunuculuk yöntemlerinin (ihale karşı kampanyaların örgütlenmesi, kamuoyu oluşturma çalışmaları, vs.), kimlerle birlikte kime karşı yürütüleceğinin belirlenmesi açısından önemli. Menfaati olanlar kimler sorusuna verilecek cevap; mücadelenin nasıl bir kızgınlık/yoğunluk içinde olacağım da belirleyecek. Bununla birlikte, ilk bakışta bazı grupların ihlalden menfaati olduğu gözükse de bu görünüşün her zaman doğru olmadığı akıldan çıkarılmamalı. Özellikle maden arama sahalarında, santral inşaatı alanlarında yaşayan kimi köylülerin, ihlale yol açan iş sahalarında kendilerine iş verilme vaadi sonucu yaşanılan ihlallere sessiz kaldığı bilinmekte. Bu gibi kişiler, ilk bakışta ihlalden menfaat sağlayan grup içinde yer almakta ise de aslında yaşam alanlarının yok edilecek olması nedeniyle, çevresel tahribattan en çok mağdur olacak kesim arasında. Bu gruba doğru yöntemlerle yaklaşıp, savunuculuk mücadelesinde doğru alana çekmek oldukça önemli.

Dava ihlaline Karşı Ne Zaman Harekete Geçilmeli?

Hemen. Yoksa her geç kalma önü alınamayacak çevre ihlallerinin büyümesine ve artık engellenemeyecek hale gelmesine neden olacaktır. Ayrıca yasal süreler geçirilirse davalar da sadece bu nedenle kaybedilebilir.

Dava Sürecinin İşlemesi Nasıl Sağlanıyor?

Çevre ihlalinin ortadan kaldırılması için yapılacak tüm savunuculuk mücadelesinin tavizsiz olması gerekir. Atılacak her adımdan bir milim bile geri gelmemek için öncelikle atılan adımın doğrulundan emin olmak gerekir. Bunun için; a- Yapılacaklar için uzun erimli plan ve politikalar belirlenip, uygulanmalı.

Kent ve Çevre Komisyonu üyesi

1999 yılından beri İzmir Barosu'na kayıtlı olarak avukatlık yapan Cem Altıparmak, lise öğrenimini İzmir Atatürk Lisesi'nde; Gazi Üniversitesi İİBF Kamu Yönetimi'nde başladığı üniversite öğrenimini ise Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde tamamlamıştır.
Avukatlık stajının ardından, ağırlıklı olarak özel hukuk alanında yaşanan uyuşmazlıkların çözümüne yönelik avukatlık ve hukuki danışmanlık hizmeti vermeye başlayan Cem Altıparmak, 2010-2012 yılları arasında Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi'nin Uluslararası Ceza Mahkemesi Koordinatörü olarak görev almıştır.
Cem Altıparmak, halen Türkiye Barolar Birliği Çevre ve Kent Hukuku Komisyonu ve İzmir Barosu Kent ve Çevre Komisyonu üyesi.

Karaburun Davası

Karaburun ilçesinde iki iş insanının devletten kiralayıp zeytin ağacı diktiği 250 hektarlık alanın bir bölümü, yıllar sonra rüzgar enerjisi santrali (RES) projesi için bir başka şirkete daha kiralandı. Bu gelişmeden sonra RES projesi için araziye giren şirket, ürün veren 8 yaşındaki 322 zeytin ağacını kesip türbin direklerini dikti. Verilen hukuk mücadelesinde, mahkeme imar planını iptal edince, kesilen her ağaç için de ayrı hukuk mücadelesi başlatıldı. Karaburun, RES projeleri ve halkın onlara karşı verdiği hukuk mücadelesiyle sık sık gündeme gelen ilçelerden birisi oldu. Karaburun Sarpıncık'a 14 türbin direkli projenin hazırlıklarının başlamasıyla birlikte, çevreciler ve ilçe halkı hukuk mücadelesi başlattı. Çevreciler adına onların gönüllü avukatlığını üstlenen Cem Altıparmak'ın açtığı dava sonrasında, İzmir 5'inci İdare Mahkemesi, 'ÇED olumlu' kararını iptal etti. 22 Ekim 2015 tarihinde verilen bu karardan 5 gün sonra Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, bir kez daha 'ÇED olumlu' kararı verdi. Çevrecilerin bir kez daha açtığı davaya bakan İzmir 6'ncı İdare Mahkemesi, önce 29 Ocak 2016 tarihinde yürütmeyi durdurdu. Yürütmenin durdurulmasının daha sonra mahkeme tarafından kaldırılmasıyla, şantiye kurulan ve türbin direklerinin kurulması çalışmalarına başlanan Sarpıncık RES projesi için, bu kez İzmir 1'inci İdare Mahkemesi'nden, imar planlarına yönelik karar çıktı. Mahkeme, proje için yapılan imar planlarını iptal etti. Aynı proje için 2016'nın Mayıs ayında imar planı yenilendi. Bu imar planı uyarınca da, iki iş insanının devletten kiralayıp binlerce zeytin ağacı diktikleri 250 hektarın 15 hektarlık bölümü, bu kez de RES projesi için başka bir firmaya tahsis edildi. Bu karar doğrultusunda da RES projesini gerçekleştiren firma, zeytinliğe girdi 8 yaşındaki, ürün veren 322 ağacı kesip türbin direklerini dikti. İşadamları verilen emeklerinin yanı sıra zeytin ağaçları için de hukuk mücadelesi başlattı. İdare mahkemesi bir kez daha planlar için iptal kararı verdi. İptal kararından sonra iş insanları her bir zeytin ağacı için tazminat talebinde bulunup Karaburun Sulh Hukuk Mahkemesi'ne dava açtı.

Körfez Geçişi tarihi zararlar verir

-Yakın zamanda sizinde yakından ilgilendiğiniz 'Körfez Geçiş Projesi' durdurma kararı çıktı. Ne düşünüyorsunuz?

İzmir'e herhangi faydası olmayacağı gibi tarihi zararlar verebilecek bir proje. Bu proje İzmir'i İstanbul gibi yapmak isteyenlerin hazırladığı rant projelerinin merkez noktası. Bu proje binlerce kuşun yuvası olan Gediz Deltasına ve Körfez'e geri dönüşü olmayan zararlar verecek. Bu projenin, İnciraltı'nın ve yarım adanın yapılaşmaya açılmasından başka bir amacı yok. Bu proje İnciraltı'nın, yarım adanın, bütün doğal yaşam alanlarımızın sonunun başlangıcı.