Birlikten kuvvet doğar sözünü muhtemelen bizimkiler tek yönlü anlamış olmalılar ki, düşüncelerine ortak olmayanları, aynı fikirde birleşmeyenleri hep yok saymış, yakıp yıkmışlar. Hayatın nerdeyse tüm alanlarında özellikle iş ve savunma konularında insanların birlik olması elbette doğru bir eylemdir. Ama iş düşünsel alana girince eylemde birlik olmanın kalitesi düşünsel farklılıkların olmasına bağlıdır. Tek düşünce ile üretilen işin de savunmanın da eksik veya yanlış olması kaçınılmazdır. Cumhuriyetimizin tam demokrasi doğurmak için bu kadar çok sancı çekmesi mazimizdeki farklı görüşün yaşamaması gerektiği fikrinin hepimizde, ama hepimizde az veya çok kalıntılarından başka bir şey değildir. Yani hepimizin içinde bir Hitler, bir Ladin veya bir Stalin vardır: ama büyük ama küçük. Karşı düşüncenin kıymetini bilene kadar siyaset ve sosyoloji bilimi bize demokrasi ve insan haklarını haram kılacaktır. Yasaklar İmparatorluğunun karşı düşünceye tahammülsüzlüğüdür, her birimizdeki yasakçı ruhun fırsat buldukça dışımıza fırlaması.

Koskoca Osmanlı İmparatorluğunun da, koskoca Sovyetler Birliğinin de tarih olması karşı görüşe yaşama şansı verilmemesinden başka ne olabilir. Genel olarak her ikisini savunanlar bunu anlamakta zorlanırlar. Çünkü olaylara şartlı bakmaktan kurtaramamışlardır kendilerini. Tek soru ile zihin yormalarını isterim bu dostlarımızdan: Osmanlı da; doğru olan her şeyin bir tek Şeyhülislam denilen kişiye bırakılması, onun tek başına duyum, yorum ve düşünceleri ile doğrular veya yanlışlar tespit etmesi sonu hazırlayan felaketlerin başı değil de nedir. Veya Sovyetler Birliğinde Stalin”in doğruları tek başına bilen adam sayılma yerine, bazı sosyalist aydınların Sosyalist Demokrasi talepleri uygulansaydı şimdi tarih olma yerine emperyalist canavarların korkulu rüyası olmaz mıydı?

Demokrasiye: Gavur icadı, Burjuva evcilik oyunu, Ecdadımızı kurutmak için oynanan oyun, diyenlerin görüşlerine asla katılmıyorum. Lakin aynı şiddetle onların o görüşlerini özgürce savunmalarını isterim. Çünkü çağdaş uygarlığın yolu ancak böyle bulunacak. Örneğin dini konularda tek kişinin görüşünün kabul edilip farklılıkların reddedilmesi din ticaretini doğurmuş, Tanrı inancı bile olmayanların mücahit olduğuna inanılmıştır. Aynı şey sosyalist yönetimlerinde hatta Cumhuriyetimizin de başına gelmiştir. Hakim görüşten yana olup salla başını al maaşının ötesinde ideolojik sorumluluktan uzak özüne özgü cennet kuran parazitlerin doğmasına neden olmuştur. Cumhuriyetimizin yaşama şansı demokrasi hedeflemesi iken, hakim güce yalakalanan aşağılık çıkarcılar ile Cumhuriyetimiz onlarca yıl kirletilmiştir.

Bu gün kim Cumhuriyetçi kim baronu, kim İslamcı kim taciri, hatta kim sosyalist kim küçük burjuva züppesi olduğu çok belli değilse, demokratik olmayan alışkanlıklarımızın kullanılmasından başka nedir? Yani bizlerin onurlu ve özgün saydığımız düşünce dünyamızın temsilcileri siyasi dünyamızda yeteri kadar değilse; bundan tacirlerin, baronların ve züppelerin bizleri iyi oyaladığı anlamı çıkar. İlla düşmanımız olacaksa: tacirler, baronlar ve züppeler olmalı, yoksa onların savunduğu veya temsil ettiği siyasi düşüncelere kanımız kadar muhtacız.