Şimdiye kadar İstanbul üzerine birçok 'müstakil' kitaba imza atmış olsa da, uzun zamandır kaleme aldığı yazılarını; anılarla, yaşantıyla harmanladığı denemeler kitabında bir araya getirdi Selim İleri. 'Yaşadığım İstanbul' adını verdiği kitapta 60 yılını geçirdiği İstanbul'un 60 yılını, edebiyatını, mimarisini, kültürünü, uzun lafın kısası değişen tüm yönlerini anlatıyor.

'Epeydir günün İstanbul'unda dinozor gibi yaşıyorum. Gökdelenlere, yeni yeni alış veriş merkezlerine, çağdaş konaklara, rezidanslara, ürküntüyle bakakalan bir dinozor. Hem de hepsinin karşısında boyu posu iyice küçülmüş, cüce dinozor...' Selim İleri, İstanbul macerasını anlatırken kuruyor bu cümleleri. Ve devam ediyor "Neyse ki 'kendini koruyan İstanbul' var. Ve ona sığınmak iç açıcı." İstanbul hızla değişiyor, gelişiyor; her geçen gün kimliğini ve kültürünü biraz daha yitiriyor. Bu değişime direnmek, karşı koymak da pek mümkün gözükmüyor. İleri de bu acı gerçeğin farkında, değişen İstanbul ona ürküntü verse de o yıllardır bıkıp usanmadan 'yitikler kenti'ni yazıyor. Çünkü yazı muhafaza etmenin yollarından biri. "Yıldızlar Altında İstanbul", "İstanbul'un Sandık Odası", "İstanbul Seni Unutmadım", "İstanbul Hatıralar Kolonyası", "İstanbul Lale ile Sümbül", "İstanbul'un Tramvayları Dan Dan!.." ve "İstanbul, İlk Romanımda Leylak"tan sonra, geçen ay yayımlanan "Yaşadığım İstanbul" Selim İleri imzalı İstanbul kitaplarının sekizincisi.


Kitapta ne çok anı var! Sığınılacak başka hiçbir şey kalmayınca en güzel limandır, anılar. Çünkü geçmiş güzel günler, bellek el verdiğince bir kez daha yaşanabilir. Selim İleri'nin anımsadıkları, aktardıkları dolu dolu ve edebiyatla, sanatla iç içe. Hafızasının gücü karşısında şaşırıp kalıyorsunuz. O ise yaşla birlikte anıların gittikçe silinmesinden şikâyet ediyor: "Yakın geçmişi neredeyse unutuyorum. Dün nereye gittim, ne yaptım, kimlerle görüştüm, düşünüp duruyorum." 
Selim İleri, 1949 doğumlu. 18 yaşından itibaren hep edebiyat sanat çevresiyle içli dışlı olmuş bir yazar. Hâliyle Behçet Necatigil'den Kemal Tahir'e, Cemil Meriç'ten Samiha Ayverdi'ye, Orhan Kemal'den Haldun Taner'e birçok yazarla anısı var... "Yaşadığım İstanbul"un ikinci kısmı bu yazarlara ve kitaplara atıflarla ilerliyor. İleri bu bölümde hem İstanbul'a vefa borcunu ödüyor hem de yazar dostlarına. Bir örnek verecek olursak; ressam Malik Aksel'i anlattığı yazının girişi şöyle başlıyor: "Behçet Necatigil'le Kemal Tahir'in evine akşamüstü çayına gidecektik. Behçet Hoca'yı İstanbul Eğitim Enstitüsü'nden alacaktım. Güz sonu bir gündü. Malik Aksel'i ilk ve son kez o gün gördüm." Bu yazıda isimleri geçen üç sanat adamı da bugün hayatta değil. Sadece bu üç isim değil, kitapta bahsi geçen yazar çizerlerin nedeyse tamamı çok eskilerden. 
Abdülhak Şinasi Hisar, Halid Ziya, Ahmet Hamdi Tanpınar, Hikmet Feridun Es, Salah Birsel, Nurullah Ataç, Ziya Osman Saba, Reşad Ekrem Koçu, Şair Nigar Hanım, Edip Cansever, Asaf Halet Çelebi, Samiha Ayverdi, Nezihe Meriç, Halide Edip gibi onlarca yazara rastlıyoruz kitabın sayfalarında. Ve bu yazarların İstanbul esinli öykülerine, anlatılarına... 



Her dönemde farklı bir İstanbul

1950: Umut yılları. II. Dünya Savaşı sonrasında yaşanan barış ortamı, ABD'nin kurtarıcı olduğu fikri ve Menderes'in ilk döneminin de etkisiyle, hem Türkiye hem İstanbul için umutlu bir dönemdi.
1960: Tatsızlıkların başlangıcı ve Yeşilçam yılları demeliyim. Her ne kadar, 27 Mayıs Demokrasi Bayramı olarak değerlendirildiyse de belirli aralıklarla tekrarlanacak ve ülkedeki birçok meselenin bugünkü hale gelmesine sebep olacak askeri darbenin yaşandığı bir dönem. Yeşilçam ise, Türkiye'yi izafi olsa da birçok gerilimden veya benzeri felaketten korumuştur. Her filmde mutlaka bir Ermeni, Rum, Musevi olurdu... Demokratik, çoğulcu ve kozmopolit bir kültür hâlâ vardı.
1970: Arabesk yılları. Göç patlamış, umut içinde büyük şehre gelenler hayal kırıklıkları ve felaketlere sürüklenmiş, İstanbul artık bugünkü manadaki bozulmasına başlamış ve ortalığın puslu bir hal aldığı yıllardır. Bir o kadar da Tamirci Çırağı şarkısıdır benim için.
1980: Karanlığın vahim biçimde başladığı yıllar. 1980 darbesiyle girilen karanlık. Desteklemesem, yakın görmesem de Turgut Özal ile beraber biraz daha ışıltılı günlerin yaşandığı dönem.
1990-2000: Birbirine çok yakın. Hırçınlaşmanın en üst seviyeye çıktığı yıllar. Artık yaşamın bir 'yarış' halini aldığı dönem. Birçok şey açık aydınlık olarak konuşulurken, iki tarafın birbirini anlamak isteyip de hiç anlamadığı ve artık garip bir kavganın, çıkar ilişkisinin içine girildiği yıllar.

Selim İleri'nin en beğendikleri

İstanbul Romanı: Herkesin aklına ilk Huzur gelir elbette ama benim için Oktay Rıfat'ın Bir Kadının Penceresinden adlı romanı.
İstanbul Şiiri: Behçet Necatigil'in şiirleri.
İstanbul Filmi: Öncelikle Ah Güzel İstanbul ama en önemlisi Lütfi Akad'ın Vesikalı Yarim.
İstanbul Şarkısı: Müslüm Gürses'in yorumuyla Paramparça, Kibariye'nin yorumuyla Kara Kışlar, Gönül Akkor'un yorumuyla Güller ve Dudaklar, bunlara ilave olarak Sezen Aksu'nun birçok şarkısı benim için İstanbul'u anlatır.
İstanbul Ressamı: Nazmi Ziya, Avni Lifij ve onların dönemlerinin diğer ressamları.
İstanbul Öykücüleri: Sait Faik'i başta anmak boynumuzun borcu. Sonrasında, Oktay Akbal, Nezihe Meriç, Füruzan, Hulki Aktunç, Adnan Özyalçıner, Bilge Karasu...
İstanbul Yazarı: Bu konuda üç yazarım var. Samiha Ayverdi; İstanbul Geceleri ve Boğaziçi'nde Tarih adlı kitapları dolayısıyla... Bir de Sabahattin Ali. Aslında çoklukla Anadolu'yu anlatmış olmasına rağmen, örneğin İçimizdeki Şeytan romanı İstanbul'daki siyasi ve sosyal karmaşayı en iyi anlatan eserdir. Peyami Safa ise Server Bedii takma adıyla yazdığı Cingöz Recai metinleri dolayısıyla...

Editör: Haber Merkezi