Gönüllü olarak İzmir Milli Kütüphane Vakfı Başkanlığı'nı yürüten Puğ, bir kitap kurdu. Kitap okuma alışkanlığını babasından aldığını anlatan Puğ, 'Babam, okuyun para kazanın demezdi. Okuyun, vatana millete hayırlı olur derdi. Biz onu dinledik. Gençlerimiz kitap okuyarak kendilerini geliştirmeli. Toplumdaki ayrışma, kavga, kutuplaşma kitap okuyarak çözülür, ortadan kalkar' dedi.

Yeşilyurt'ta dünyaya gelen avukat Ulvi Puğ, kendi deyimiyle gecekonduda doğmuş. Yugoslav göçmeni bir baba ve Çerkez bir annenin 4 çocuğundan biri olan Puğ, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu. Gönüllü olarak İzmir Milli Kütüphane Vakfı Başkanlığı'nı yürüten Puğ, Konak Belediyesi Meclis üyeliğine de seçildi. Bir kitap kurdu olan ve kitap okuma alışkanlığını babasından aldığını anlatan Puğ, "Babam, okuyun para kazanın demezdi. Okuyun, vatana millete hayırlı olur derdi. Biz onu dinledik. Gençlerimiz kitap okuyarak kendilerini geliştirmeli. Toplumdaki ayrışma, kavga, kutuplaşma kitap okuyarak çözülür, ortadan kalkar. Siyasetteki ayrıştırıcı dil toplumu böldü. Buna son verilmeli. İzmir'in yaşam tarzı tüm ülkeye örnek olacak. Bunun için çalışmaya devam edeceğiz" dedi.

23 Nisan'ı da içine alan hafta, Dünya Kitap Günü olarak kutlanıyor. UNESCO tarafından 1996 yılından beri 23 Nisan haftası, 100 ülkede milyonlarca insanın katılımıyla 'Dünya Kitap ve Telif Hakları Günü' olarak kutlanmakta. Kitap kurdu, sanat insanı, belediye meclis üyesi, Milli Kütüphane Vakfı Başkanı Avukat Ulvi Puğ'la kitap sevgisi, çocuk sevgisi, akıllı telefonların topluma verdiği zararlar, siyasetin gergin dili ve kutuplaşmaya neden olan söylemler gibi daha bir çok konuda konuştuk.

Küçük yaşlarda nasıl bir meslek hayaliniz vardı?

Küçükken bana sorarlardı ne iş yapmak istersin diye. Dört hedefim vardı, futbolcu, avukat, gazeteci ve tiyatrocu olmak. İzmirspor'da lisanslı futbol oynadım amatör olarak, ardından hukuk fakültesini kazandım ve okul takımının kaptanlığını yaptım. 58 yaşımdayım ama hala haftada 2 gün halısahada maç yaparız. Küçükken oyun yazardım, gecekondu mahallesinde arkadaşlarla oynardık. Okuldada bunu devam ettirdim. İzmir'de Haber Ekspres'te uzun yıllar köşe yazma imkanım oldu. Aydın Bilgin'e bu imkanı sağladığı için de teşekkür ederim. Sosyal medyada yazıyorum ama profesyonel mesleğim avukatlığa devam ediyorum.

Milli Kütüphane'de ne zamandır görev yapıyorsunuz?

Milli Kütüphane Vakfı Başkanlığı görevini yapıyorum ama bunu bir milli görev olarak, hiçbir ücret almadan yapıyorum. 25 yıldır buraya hizmet vermeye çalışıyorum. Çalışanlar ücretli ama yönetim kurulu ve ben ücret almadan, kutsal bir görev olarak çalışıyoruz. Önce üye oldum, yönetim kurulu üyeliğine geçtim, sonra da başkan olarak görev verdiler. 1994'ten beri hizmet vermeye gayret gösteriyorum.

Başka göreviniz var mı?

İzmir Kent Kültürü Gelişim Platformu Başkanıyım, Türkiye Avukatlar Sosyal Yardımlaşma Vakfı Başkanlığı'nı yapıyorum, Konak Belediyesi Meclis Üyesiyim. Meclis'te Hukuk Komisyonu Başkan Vekili, İnsan Hakları Komisyonu Başkanı, Tarihi ve Kültürel Değerleri Koruma Komisyonu Başkanı görevlerini verdiler. Büyükşehir Belediye Başkanı Tunç Soyer'in önerisiyle Büyükşehir'de Tarihi Kentler Birliği'nde de görevlendirildim.

ZAMAN PLANLAMASI

Kendinize vakit ayırabiliyor musunuz?

Tabi ki ayırıyorum. Zamanı planlı kullandığınızda aslında hepsine yetiyor. Adliyede duruşmam varsa gidip davayı takip ettikten sonra geri geliyorum. Eskiden meslekaşlarla oturup sohbet etmeye, çay kahve içmeye vakit oluyordu ama şimdi zamanı idareli kullanmam gerekiyor. Aynı zamanda dedeyim. Torunuma zaman ayırmadan yapamam.

Günümüzde insanlarda 'çok yoğunum' gibi mazeret var. Bu bir bahane mi zamanı planlı kullanamadıkları için mi?

Zaman çok değerli bir hazine. Çok iyi kullanmak gerekiyor. Aileme, eşime her zaman, zaman ayırırım. Torunumu kucağımda sallayıp, uyutup öyle ayrıldım evden. Beni görmeden zor uyur. 2,5 yaşında. Zaman ayırmak, oturup saatlerce konuşmak değildir. Kaliteli zaman geçirmek önemli olan.  
Öyle bir duruma geldik ki aile içinde yabancılaşma süreci yaşıyoruz. Bizim kuşağımızda akşam yemekleri, askerlikteki gibi bir iştimaydı. Aile bireyleri, günün nasıl geçtiğini birbirlerine sorarlardı. Sorun varsa da aile içinde giderilirdi. Bizim gençlimizde apartman akımıyla komşular arası yabancılaşma başlamıştı artık aile içi yabancılaşma var. Herkesin dizisi ayrı. Eskiden komşular geldiğinde sohbet edilirdi, şimdi oturup televizyon izleniyor. Televizyon programları da bir şey vermiyor insanlara. İnsanları bireyselleştiren, bencilleştiren yayınlar, programlar yapılıyor. Bu sağlıklı bir gidişat değil. Bunun birçok yansımaları oluyor. Bencilleşmeler, siyasetteki dili de etkiliyor, günlük yaşamdaki dili de etkiliyor. İnsan özelliğimizi hatırlatacak dokunuşlara ihtiyacımız var.

Aile arasındaki yabancılaşmaya akıllı telefonların etkisi nedir?

Teknolojiyi inkar etmemiz mümkün değil. Bizim zamanımızda bir konu araştıracağımız zaman ansiklopedilerden yararlanırdık. Şimdi internete bir yığın bilgiye ulaşıyorsunuz ama bir çoğu da bilgi kirliliği. Yanlış bilgiler de çok fazla. Bizde bir tembelleşme sürecini başlattı bu. Muhakeme yeteneğimizi elimizden aldı. Şehir içerisinde çok araba kullanmam, metroya binerim, 5 kilometre de yürürüm. Kentimin güzelliklerini yaşarım, insanların içinde olayım diye. Metroda bir üniversiteli kızımız, çok ciddi bir yüz ifadesiyle telefonunda bir şeyler yapıyor. Beyin ameliyatı izliyor sandım. Dikkatimi çekti baktım, 70+70=140+20=160. Yanlış olmasın diye bunu 3 kez tekrarladı. Bunu hesap makinesiyle yapacak kadar zekamızı tembelleştirirsek bu siyasetin dağılımına da etki eder, hayata da etki eder. Gençler yan yana, birbirlerine mesaj atıyorlar. Konuşma ve kelime hazinesini sınırlandırır bu alışkanlık. En çok üzüldüğüm konu ise çok küfürlü konuşan bir gençlik ortaya çıktı. Küfür artık günlük yaşam içerisinde nokta, virgül gibi. Kitapla internet, deniz çuprasıyla kafes çuprası gibidir. İkisi de besleyicidir ama kafes çuprası, deniz çuprasının lezzetini tutmaz. Kitap deniz çuprası gibidir. Elinize alıp okuduğunuzda lezzetini anlarsınız.

Gazeteler de internette artık...

Babam, Cumhuriyet alır, okuduktan sonra bulmacasını çözerdi. Bende de öyle bir alışkanlık var. Bir kaç gazete alırım, sonra oturup bulmacasını çözerim. O gazeteyi elime almam lazım. İnternette okumaktan pek keyif almıyorum. Okunur tabi, habere ulaşmak güzel ama gazete keyfi ayrı bir şey. Hayat sadece ihtiyaçlardan kaynaklanmaz. Sadece üreme, barınma, yaşamadan ibaret olsaydı sanat dalı çıkmazdı ortaya. Bizim kültürel ihtiyaçlarımızı da gidermemiz lazım. Gençlerimize de bunu aşılamamız lazım.

GENÇLERİ TEŞVİK YÖNTEMLERİ

Kitap okuma nasıl alışkanlık haline getirilir? Ailesinde kitap alışkanlığı olmayan gençleri okumaya nasıl teşvik edebilirsiniz?

Ben ailemden, babamdan, eniştemden aldım kitap okuma alışkanlığımı. Elinde sigara olan baba, çocuğuna sigara içme demesi gibi bir şey bu. Elinde telefon olan anne baba, kitap oku evladım derse, çocuk, 'bu kadar yararlıysa sen neden okumuyorsun' der. Görsel eğitim çok önemli. Örnek olacaksanız kendinizden başlamalısınız. Okulları ziyaret ediyorum, öğrencilere toplu halde konuşma fırsatım oluyor. Konu ne olursa olsun bir şekilde kitap okumadan bahsederim. Gençlere konferans veren kişiler dışında herkesin üzerine düşeni yapması lazım. Victor Hugo'nun güzel bir sözü var, 'Herkes insanlığı değiştirmeyi düşünür. Ama hiç kimse işe kendinden başlamaz' der. Dışardan bir çocuğun görme ihtimaline karşı sokakta da kontrollü bir yaşam sürmek önemli. Sevilen dizi kahramanlarının, ekranda eline kitap alması örnek teşkil eder. Elinde kitap olan, kavga dilini değil, sevgi dilini kullanan kahramanlar yetiştirmemiz lazım. Pazu, silah, para kuvvetiyle değil, bilgi ve nezaketinden aldığı cesaretle topluma örnek olacak modeller geliştirmemiz lazım. Ama bunların örneği çok az.

SANATI YAYGINLAŞTIRMALIYIZ

Toplumdaki gerginlik, kutuplaşma, kavga nasıl sona erecek?

Siyaseti açıyorsunuz kavga, sporu açıyorsunuz kavga. Basitçe geçiştirebileceğimiz olaylarda kavga çıkıyor. Trafik kazasından cinayet çıkıyor. Üst kat komşu halı sirkeledi diye birbirlerini bıçaklıyorlar. O kadar öfke diliyle beslenmişiz ki. Filmlerin de etkisi çok büyük. Çocuklar, ölümü oyun gibi izliyor. Ondan sonra bakıyorsunuz, hayvana da, çocuğa da, kadına da şiddet var. Üçüncü sayfa haberlerinde insanlığımızdan utanacak manzaralar görüyoruz. Bunun ciddi bir eğitim politikasıyla giderilmesi lazım. Kitap ve sanatla insanları tanıştırmalıyız. Köylere gider çok sesli sanatı anlatmaya çalışıyoruz. Köylünün tarım ürünlerini biz nasıl tüketiyorsak, bizim sanatımızı da onların tüketmesi lazım.

KÜÇÜK BİR KATKI

Siyasete de girdiniz. Ne gibi çalışmalar yapmayı düşünüyorsunuz?

Konak Belediye Meclis Üyesiyim. Siyasete yıllar önce rahmetli İsmail Cem'in kurduğu partiyle başladım aslında. İzmir İl Başkanlığı görevini yapmıştım. Sevilen, kavga dili kullanmayan bir siyasetçiydi. O zaman aktif bir siyasetim olmuştu. Şimdi sorumluluk üstlendik, karar mekanizmasının bir ucuna dahil olduk. Konak İzmir'in daha güzel olması için, İzmir de Türkiye'nin güzelleşmesi için katkı sağlayacak. İzmir'in yaşam tarzını çok önemsiyorum. Gecekonduda doğmuş biriyim ama şimdi Milli Kütüphane Vakfı'nın başkanlığını yapıyorum. Zengin fakir, alevi kürt, çerkez ayrımı yoktur İzmir'de. Hangi dinden olursa olsun ibadetini yapana Allah kabul etsin deriz, ne marka olursa olsun içkisini içene afiyet olsun deriz. Aynı sofrada oruç da açarız alkol de alırız. Bu bizi rahatsız etmez. Bu anlayışı Türkiye'ye yaymamız lazım. Ufak da olsa işe dahil olayım diye girdim siyasete. Küçük bir sorunu çözmede katkım olsa mutlu olurum. Teklif geldi ben de mutlu oldum.

MUHALEFET SADECE DEMOKRASİLERDE VARDIR

Türkiye'deki siyasi dili nasıl buluyorsunuz?

Siyaset dilimiz çok kötü. Bunu süratle normalleştirmemiz lazım. Bu kadar etnik zenginliklerin olduğu, bu kadar inanç farklılıklarının olduğu bir toplumda başkanlık sistemi doğru bir sistem değil. Parlamenter sistem bizim için uygun. Bu sistemle kısa sürede ülkenin yönetilemeyeceği de görüldü. Bu sistemle yürümez. Etrafımızda bu kadar sorun olan bir dönemde Cumhurbaşkanımızın birleştirici olması lazım. Omuzda hem cumhurbaşkanı hem genel başkan apoletiyle siyaset yaptığınız zaman bir gün önce siyaseten eleştirdiğiniz ana muhalefet genel başkanını, bir gün sonra devlet meselelelerini görüşelim diye davet edemezsiniz. İşin doğasına aykırı. Bu da biraz kutuplaşmayı artırdı. İktidar partisi, yüzde 41'le tek başına iktidar olabilecekken 50+1'e mahkûm etti kendisini. Bunun için de kutuplaşma yaratması lazım. Ortadan ikiye bölündü toplum. Anamuhalefet Lideri'ne saldırı, linç girişimi yapılıyor. İktidar, diktatörlüklerde de vardır, bütün devletlerde de vardır. Ama muhalefet sadece demokrasilerde olur. Cumhurbaşkanı'na yapılan korumanın Ana Muhalefet Lideri'ne de yapılması lazım. Bu olay, demokrasiye saplanmış bir hançer kadar çirkin. Olay sonrasında yapılan açıklamalar da bir o kadar çirkin. Açıklama yapılmaması da çirkin. Cumhurbaşkanı'nın, saldırıya uğrayan Anamuhalefet Lideri'ni ziyaret etmesi lazım, sonra da sosyal medyadan değil basının karşısına çıkıp, 'Anamuhalefet Partisi'ne yapılan saldırıyı bana  yapılmış olarak kabul ediyorum, faillerin en ağır şekilde cezalandırılsın' demesi lazım. Bunlar topluma karşı görev. Cumhurbaşkanı iyi bir lider. İyi bir hatip. Genel başkanlığı bıraksa Cumhurbaşkanı olarak devam etse, herkesi kucaklayabilir. 17 yıldır ülkeyi yöneten bir lider. Bunu daha birleştirici yaparsa herkesin menfaatine olur. Ülkenin de, kendi partisinin de menfaatine olur. Bir an önce dilimizi sadeleştirmemiz lazım. Aynı fikirlerde olmak zorunda değiliz. En azından birbirimizi dinlememiz lazım. Siyaset de, avukatlık da, gazetecilik de ciddi bir iştir. Ama ciddi işler asık suratlı yapılacak, kavga diliyle yapılacak diye bir kural yok. Ciddi işler tebessümle de yapılabilir. Tebessüme en ihtiyaç duyulan dönemdeyiz. Seçim sonuçları da bunu gösterdi. Kavga dilini değil, sevgi dilini kullanan birisi tanınan bir isim olmadığı halde, İktidar Partisi'nin en güçlü adayına rağmen İstanhul Büyükşehir Belediye Başkanı seçildi. Bu özlem aslında herkesde var.
Bizim bütün geleceğimiz çocuklarımız. İnşallah onlar çok daha güzel bir Türkiye, çok daha güzel bir dünya yaratacaklardır.