Çay içerken birden donup kalıyor. Bıyıklarıyla oynuyor bir süre, kumandayı masaya bırakıp ayağa kalkıyor. Kısa bir süre sonra elinde küçük bir kutuyla salona giriyor. Şekeri, çaydanlığı bir kenara itip kutuyu boşaltıyor. Onlarca fotoğraf, sararmış gazete kupürleri, yırtılmış kartpostallar... Kesik kesik konuşuyor: Bak.. Bak... Hepsi Türkiye'ye ait. Antalya, İstanbul, İzmir... Eşimin akrabalarından aldım bunları. 50 yıldır gurbetteyim. Uzak kalmayan beni anlayamaz.

Eline bu kez kırmızı bir hediye kutusu alıyor. Geçtiğimiz ay Letonya'yı ziyaret eden Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin'in ay yıldızlı rozeti kendisine nasıl hediye ettiğini anlatıyor. Türkiye'den getirttiği pastırmaları önümüze koyarken yeni bir Türk kanalı açıyor. Haberlerden sonra çaylar tazeleniyor, hikâyesini uzun uzun anlatıyor: "1938'de Gürcistan Ahıska bölgesinde doğdum. 7 yaşındayken Stalin bizi Kazakistan'a sürdü. Bizi Hazar Denizi'nden geçirirken denize dökeceklerdi. Bizimkiler öğrenince vazgeçtiler. İki ay hayvan vagonlarında yolculuk ettik. Bir ara gözümü açtım, herkes ağlıyor. Meğer vagonda biri ölmüş. Kokmasın diye elbiselerine sarıp pencereden aşağı attılar. Sonra..."

Sonrası açlık, sefalet... Tren mola verince amcası içecek su bulmak için dışarı çıkar. Bu sırada tren hareket eder, amcası orada kalır. O gün bugündür haber yok. Yolculuk bitince, aileler pamuk vagonuna koyulur. Birkaç ay sonra da at arabalarıyla çevre köylere dağıtılır. İzinsiz bir yere gitmek yasak, köy dışına çıkmak yasak. 1956 yılında Rusların devlet başkanı değişince yasaklar kalkar, köylüye işletmesi için tarlalar verilir.

İlkokulu Kazakistan'da okuyan Demir Bey, 4 yıl sonra ailesiyle Özbekistan'a göç eder. Ortaokulu Özbekçe okur, liseyi Rusça. Gel zaman git zaman askerlik kapıya dayanır. Şansına Moskova çıkar. Soğuk bir iklim, askerlik 3 yıl. İki yıl görev yaptıktan sonra Riga'ya gönderilir. Askerliği bitirdikten sonra burada kalmaya karar verir. Ülkesine dönse ne yapacak ki? Baskılar devam ediyor. 11 kişilik ailesi geçimini sağlayamıyor. Kardeşi bir komutan tarafından sakat bırakılmış, bütün akrabaları sürgün edilmiş.

Beş çocuğunu annesiz büyüttü

Demir Bey askerliğini bitirir, özel bir yurda yerleşir. Arkadaşlarının aracılığıyla da deniz altı tamir fabrikasında iş bulur. Birkaç yıl çalışır böyle. Diğer kasabalarda Türk var mı yok mu araştırmaya başlar. Kimseyi bulamaz. Bu sırada fabrikanın yanındaki okulda okuyan bir Rus kızına âşık olur. Okulla fabrikanın özel günlerde düzenlediği şenliklerde kıza açılır, evlilik teklif eder. Birkaç yıl görüştükten sonra evlenir. Rus gelin nur topu gibi dört çocuk dünyaya getirir, beşincisini doğururken hayatını kaybeder. Demir Bey, çocuklarla bir başına kalır. Yanında annesi, babası, sıcak çayını içeceği herhangi bir akrabası yok. Devlet araya girer, çocukları sığınma evine almak ister. Demir Bey, kabul etmez. Gündüzleri bakıcıya verir, akşamları kendi bakar. Türk kültürünü anlatır, Türkçeyi öğretir. Günde 4 saat uyuduğu zamanlar olur. Hayat 7 yıl böyle devam eder. Ta ki akrabaları ona Özbek bir kız bulana kadar.

Tanımadığı kızı kaçırdı

Demir Bey bu hikâyeyi anlatırken sürekli gülümsüyor, eşi Makbule Hanım utanarak mutfağa kaçıyor. Letonya'ya giden ilk Türk, Rus gazetelerine haber olan hikâyesini şöyle anlatıyor: "Akrabalarım böyle olmaz, sana birini bulalım, dediler, buldular da. Ama işin ilginçliğine bakın ki kız Özbekistan'da. Bir gün bulduğumuz kız Semerkant'a gelin gidiyor, diye haber geldi. İşyerinden izin verdiler, bir gidiş-iki dönüş bileti aldım. Akrabaların yardımıyla, iş çıkışı kızı kaçırdım. Kızı tanımıyorum ama ona benden bahsetmişler. Dönüşte uçağı kaçırdık, bir gün sonra Rusya üzerinden Riga'ya döndük. Ne rezillikler çektik... Abileri peşime düştü, akrabalar araya girdi, hallettik. Çocuklarım ilk gün Makbule Hanım'a anne dedi. 24 yıldır beraber yaşayıp gidiyoruz."

Gazete ilanı: Türk aranıyor, Türk!

Demir Topal Feyziloğlu, Sovyet Rusya dağıldığı dönemde Türkleri bir araya getirmek için gazetelere ilan verir: "Ben Türk'üm, Türkçe bilen varsa beni arasın. Birlik olalım." Bir yıl boyunca yayınlanan ilanlara kimse cevap vermez. Zamanla Letonya'ya gelen Türkler kendisini bir şekilde bulur. Sofrasını açar, bir odasını konaklamaları için tahsis eder. Yeni arkadaşlıklar, dostluklar edinir. Onlar aracılığıyla Türkiye'den yiyecek-içecekler getirtir. 1995'te emekliye ayrılan Demir Bey'in şehre yakın bir kasabada küçük bir arsası var. Oturduğu ev, Sovyet Rusya döneminde ordunun ileri gelen komutanları için yapılmış. Devlet tarafından kiraya verilen apartmanda ağırlıklı olarak Ruslar yaşıyor. Yılın 6 ayını bu evde geçiriyor, 6 ayını ise arsada.


68'inde Kur'an okumayı öğrendi

Letonya'da 70-80 civarında Türk yaşıyor. Müslüman sayısı çok az. Cami yok, namaz kılmak isteyenler şehrin merkezine yakın küçük bir mescitte bir araya geliyor. Demir Bey de beş yıl önce mescide gelen Sudanlı bir hocadan Kur'an-ı Kerim okumayı öğrenmiş. Kur'an-ı Kerim'i de geçtiğimiz yıl Türkiye'den gelen biri hediye etmiş. 50 yıldır yurtdışında yaşayan Demir Bey, 5 dil biliyor: Özbekçe, Azerice, Kazakça, Rusça, Türkçe. Letonca öğrenmek için ise kursa gidiyor. Türk isimleri verdiği çocukları (Demir, Sabine, Valide, Leyla, Enver) Türkçe anlıyor ama konuşamıyor. Hemen her fırsatta "Türkiye'ye gidince bir avuç toprak getirip yastığımın altına koyacağım. Ölünce üzerime sersinler." diyor.

Editör: Haber Merkezi