"......muhalefetin demokrasinin asli unsuru olduğunu, iktidarın her rejimde olduğunu, iktidarın almış olduğu biçime göre rejimlerin farklılaştığını, otoriter rejimlerin de biçimleri olduğunu anlatır buluyorum kendimi. İstedikleri bu ise eğer, korku ve kuşkuyu yaratabildiler. Herkes Türkiye'nin yarını için kaygılı ve umutsuz......Türkiye'de bugün yaşananların adı gelecekte çok daha doğru bir biçimde konulacaktır. Ancak içinden geçtiğimiz süreç, demokrasinin fiilen askıya alındığı askeri darbelerin yaşandığı süreçleri aratacak kadar hukuk zemini dışına kaymıştır......Türkiye Devleti, Atatürk Cumhuriyeti fazileti yakalamış, insan onurunu her şeyin üzerine taşıyan anlayışı benimsemişken bugün korkuya dayalı ılımlı İslam etiketi ile Cumhuriyet değerlerini kovalayan ve Atatürk karşıtlığı ile pazarlanan bir rejimde, insanların kendi özgürlük alanlarından kaçtığı bir kuvvetler birliği rejimine doğru hızla yol almaktadır......Lafı dolandırmadan söylemek gerekirse; Türkiye'de bir darbe olasılığından söz edilerek sivil anayasa gibi aldatmacalarla, sivil görüntü verilerek bir "hükümet darbesi" yaşanmaktadır......Türkiye'nin önceki süreçlerde yaşadığı askeri darbelere karşı oluşmuş tepkileri, topluma yeni bir darbeyi kabullendirecek biçimde örgütleme çabaları toplumu asker-sivil kamplaşmasına götürecek tehlikeli bir biçim almaya başlamıştır......Türkiye'de rotanın yeniden demokrasiye dönmesini istiyorsak, anayasa ve yasalara karşın uygulamada olan "fiili kuvvetler birliği rejimi"ne son vererek yeniden kuvvetler ayrılığı prensibini işletecek biçime döndürmek ve yine fiilen ortadan kalkmış olan, yargı bağımsızlığı ile yargıç güvencesini geri çağırmak gerekiyor. Demokrasi askıya alınmışsa, hukuk devleti de askıdadır. Hukuk susmuş, susturulmuşsa; siyaset tüm acımasızlığı ile ilerleyecek demektir."

Bu cümleler, "AKP Demokrasiyi Askıya Aldı" başlıklı yazımdan alıntı... Aradan 8 yıl geçmiş... Fiili rejim, hukuktan dolanarak ve hukukla dolayarak, üst üste yapılan referandum ve seçimlerle yerleştirilmiş; şimdi, bu fiili durumu meşrulaştırmak için yeni, yepyeni(!) anayasa yaparak demokratikleşmekten söz ediliyor. Hem toplumsal, hem de siyasal muhalefet sıkıştırılmış,  ana muhalefet partisi CHP, süreci durdurmak bir yana, kendi eksenini de kaydırarak, adeta sürecin kolaylaştırıcısı haline getirilmiş, özgürlüklerin  askıda olduğu, hukukun işlemediği, adaletin yok hükmünde olduğu, basının çeşitli yöntemlerle susturulduğu, direnenlerin bedel ödediği ve terörün  gölgeden çıkıp iyice görünür olduğu olağan olmayan koşullarda toplumun sözleşmesinin mümkün olmadığını anlatması gerekirken, anayasa yapma sürecine, koşullar ileri sürerek "evet" diyor... Rejime el koyan anlayışın anayasasına dolaylı olarak destek çıkmış oluyor. Sürecin özeti bu...

Demokrasi iktidara el koyarak anayasa yapma keyfiyetinin adı değildir. Sadece demokrasilerde iktidarın seçimle değişme olasılığı vardır. Seçimle gelen seçimle gider. Seçimle kalıcılaşan rejim otoriter rejimdir. Türkiye'de seçimle gelip, seçimle gönderilemeyecek hale getirilişin öyküsü, sadece iktidara bakarak açıklanamaz. Muhalefetin zamana yayılarak tasfiyesi ile güçlenen bir iktidarın yaratılmasında emeği geçenler, yetmez ama evetçilerden ibaret değil, Atatürk'ün yolu ve felsefesini izliyor görünenlerin bile, kendilerini rahatlatacak bir yol icat edecek bir yol bulup, Atatürk'ü sahipleniyor gibi terk edişlerini de eklemek gerekiyor. Bunu CHP'li vekilin Atatürk resmini indirmesi ile ilişkilendirecek olursak, içinden geçtiğimiz süreç, önceki bizi değiştirmemizi tembihliyor. Birileri de bazen aktif, bazen pasif eylemleri ile bu tembih edişe destek çıkıyorlar. "Önceki sen yanlıştı, şimdiki sen bu olmalısın... Önceki biz yanlıştık, şimdi doğru olan bu..." Belleklerimiz formatlanıyor, hem de çok yakınımızdakilerle, içimizden dediklerimizle; ya da önceki konumları nedeni ile farklı tanıdıklarımızla. Atatürk'le mesafemizin açılışına katkı sunduğunun farkında olmayanlar da var, ya da yeni konumlar için, yeni felsefe icatları...

Şimdi, şunu duyar gibi oluyorum, "Ne yani? Bir vekil, Atatürk resmini indirmiş, bir diğer vekil görmüş, ancak parti yönetimi bunu ortaya çıkaramamış?... İyi de bu parti, kendi içinde yaşananları açığa çıkaramıyorsa, bizi  yeni anayasa diyerek sürükleyecekleri yeri nasıl görüp, açığa çıkarabilecek?!..." Yoksa, "resimler inse de olur, önemli olan, Atatürk'ün dünya görüşünü  benimsemiş olmak" diyerek mi işin içinden çıkacaklar? -şimdilerde moda bu da(!)...-
Daha önemli bir soru var!... Atatürk'ün inen resimlerinin yerine kimin resimleri konulacak? Kimisi sahiplenerek, kimisi de resimlerini indirerek rejimi Atatürk'ü dolayıp, Atatürk'ten dolanarak, rejimi Atatürk'süzleştirmeye çalışmaktalar. Yeni dedikleri anayasa, bizi sadece parlamenter rejimden değil, Atatürk Cumhuriyeti'nden koparmaya hizmet edecek... Buna "dur" demesi gereken hepimiziz... Ancak, Atatürk'ün kurduğu parti olma sıfatı ile kurumsal olarak bu görev CHP'nindir.

Atatürk karşıtları CHP'nin içine de sızmışsa, dış etkilerden daha vahim olarak; kurumların kendi içinden çözülüşü ile başkalaşıyoruz. Önceki öğrendiklerimizle oluşturduğumuz değerleri sorgulamak bizlere bir yer edindirebilir, ancak edinilen her yer, bizi bir arada tutan değerlerde yeni bir gedik açar... İşte süreç böyle ilerliyor.

Aynı düşüncede olduğumuzu sandıklarımızla da, küçük/büyük çatlaklarla  mesafe giderek açılıyorken, yapılacak anayasa kime hizmet edecek?
Toplum sözleşmiş mi olacak? Yoksa önceki sözleşmenin bozulduğunun, başka deyişle iktidarla devletin özdeşleştiğinin ilanı mı?
 Birileri demokrasinin askıda olduğunu yeni fark edince, içine çekildiğimiz ve giderek daralan kısır çemberi eskimeyen bir yazı ile düşünelim istedim.