'Yaşamak!' dedi. Yoldur dedim, yolculuktur. Bir boşluktur dedim görmeyene, bilinmez nerede başlar sınır çizgileri, nerede son bulur. Dedi ki; 'Şimdi neresindesin? Dedim, yürümektir gayretim.
Yolun sonuna yoldan daha çok değer verenlerin aksine, bazıları için varmak değil o yolda olmak, yürümek çok daha anlamlıdır. Yılmaz Erdoğan'ın da bir şiirinde dediği gibi 'Yol bir yere gitmez, o bir durma biçimidir... Ömür bitebilir yoldan önce ama yol bir yere gitmez...' Bir yere gitmeyen o yolda duyarak, hissederek yürümek, zaman denen yağmurun altında eriyen bir tutam toprak olduğunu bilmek gerek...
O yolu en iyi, ilk adımların toprağa atıldığı evlerde büyüyenler biliyor. Kuşluk vakitlerini, gün batımlarını, çatlayan tomurcuğu, sararan yaprağı en iyi onlar...
Yürüdüğü yolu sevdi mi insan, o yolun sonu da yol da güzelleşiyor.

Bir yolcu, kuşluk vakti ağılın kapısını açıyor. Önce birkaç koyun ardından bütün sürü ağır ağır yol almaya başlıyor gökyüzüne yakın dağların eteklerine doğru. Çan sesi kuşların sesine karışıyor. Derin vadileri dolduran sis, yerini çinko çatılı evlerin bacalarından yükselen beyaz dumanlara bırakıyor. Serkan için sıradan bir gün. Her gün aynı saatlerde uyanıyor, ağılın kapısını aynı saatlerde açıyor sonra ver elini dağlar, kırlar...



Iğdır'ın köylerinden birindeyiz, oradan bakıyoruz dünyamıza Serkan'ın gözlerinden.
Bölgeye belgesel çekimi için giden Ali Aydın ve arkadaşlarının yol üzerinde tesadüfen karşılaştıkları ve sohbet ettikleri Serkan henüz 15 yaşında ama yaşam denilen bu yolda epey bir yol kat etmiş; duruşu, tavırları, samimiyeti, dünyaya ve insanlara bakışı bambaşka.

Maddi imkansızlıklar ve babasının rahatsızlığı nedeniyle okulu bırakmak zorunda kaldığını anlatan, şimdiye kadar sadece Iğdır'a gittiğini ve beğenmediğini söyleyen Serkan, 'Köyün dışına çıkmayı pek sevmiyorum. Nereye giderseniz orada siyaset var. Yaşıtlarıma tavsiyem imkanları olanlar okusun, olmayanlar da serserilik etmesin' diyor. Sırtındaki ağır yükün ağırlığına alışmış.
Anne babası okumadığı için mecburen hayvancılık yaptığını belirten Serkan, 'Okusaydın ne olmak isterdin' sorusuna ülkenin içinde bulunduğu iç karartan durumu özetleyen çok manidar bir cevap veriyor; 'Öğretmen olmak isterdim. En iyisi öğretmen olacaksın. Doktorluğun kötü yanı var. Hasta öldü, hasta yakınları doktora saldırıyor. Polis olsan bir olay çıkıyor yaralanıyorsun. En iyisi öğretmen olmak' diyor.
Serkan konuştukça insan dönüp bir kez daha bakıyor kendine, biz bu yolculuğun neresindeyiz diye soruyor.
Bir yanlışlık var bu gidişte. Serkan öğretmen olmak istiyor ama okuyamıyor. Oysa bu ülkenin çocuklarını, gelecek nesillerini, 'Uçak düşürdük' açıklamasına çılgınca alkış tutan öğretmenlere değil, Serkan gibi öğretmenlere emanet etmeye ihtiyacı var. Serkan gibi, yaşamı, insanları, hayatı anlayan bahçede açan çiçeği dahi unutmayan öğretmenlere...
Serkan'ın baktığı yerden bakmalıyız yaşamlarımıza. Bilmeden, anlamadan koşar adım geçtiğimiz bu yol bir yere gitmiyor. Bu yolu, yolculuğu güzelleştirmek bizim elimizde. Koşmayı değil yürümeyi öğrenmeli ve bunu öğretmeliyiz çocuklarımıza çünkü yol biter, yolculuğun kendisidir yaşamak.
Not: Serkan'ın konuşmasını bu adresten izleyebilirsiniz:

https://www.youtube.com/watch?v=Qf_S2kWuWRI