Türkiye bir kez daha darbeyle karşı karşıya kaldı, 15-16 Temmuz gecesi büyük bir badire atlattık, ülkeyi savunmaları için eğitim alan, yüksek rütbelere ulaşan, maaş alan askerler, kendilerine teslim edilen silahlarla, tanklarla sivillere saldırdılar, uçaklarla TBMM'yi dahi bombaladılar. Neyse ki amaçlarına ulaşamadılar, darbe bu sefer 'girişim' aşamasında kaldı.

Baştan belirtmek gerek, darbenin iyisi, doğrusu, masumu, haklısı olmaz, darbe darbedir, barış ve demokrasiden yana olan hiç kimsenin, hiçbir toplumun kabul edebileceği bir şey değildir. Darbe demokrasiye, hukuka, hak ve özgürlüklere karşı, insanlığa karşı işlenen ağır bir suçtur, darbeden yana olmak bu suça ortak olmaktır, aynı zamanda intihardır.

O yüzden önceki darbeler gibi 15-16 Temmuz gecesi darbesi girişimine de amasız, fakatsız, tereddütsüz karşı çıkmak gerekiyordu, nitekim öyle de oldu, darbe girişimini şu ana kadar destekleyen çıkmadı. Darbe girişimine karşı ortak tavır göstermek çok önemli ve kıymetlidir.

Darbeyi önleme gerekçesiyle linç girişimleri, Konak Saat Kulesi'ne zarar verme gibi vandallıklar yaşanmasaydı, idam tekrar gündeme getirilmeseydi, darbe girişimi soruşturması gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay üyeleri de içinde olmak üzere binlerce hâkim, savcı açığa alınıp, gözaltına alınmasaydı yazıyı bu şekilde bitirmek isterdim.

Darbeye karşı mücadele gerekçesiyle hukuk ve demokrasi askıya alınamaz

15-16 gecesini çok uzun bir hale getiren darbe girişimi hakkında daha çok yazı yazacağız, şimdilik olayın birkaç yönüne değinmek istiyorum.

Darbeye karşı halkı meydanlara çağırmak, darbeye tepki göstermek için sokağa inmek demokratik bir tavırdır, meşrudur. Ancak darbeye engel oluyoruz diye darbeye katılmış olsalar da insanlara yönelik linç girişimleri onaylanamaz. Kim olursa olsun işkence yapılması, hele hele emir kulu olan erlerin, erbaşların bu muameleye tabi tutulmasının hoş görülecek bir yanı yoktur. Boğaz Köprüsü'nde ve başka yerlerde yaşanan demokratik tepkiyi aşan linç girişimleri ve yağmalamaların yargılanması gerekir.

Darbe girişimiyle birlikte idam cezasının yeniden gündeme gelmesi kaygı vericidir. Şunu belirtmekte yarar var; bugün idam cezası yeniden yasalaşsa bile 'kanunsuz suç olmaz", "ceza kanunlarının geri yürümezliği" ilkeleri gereği darbe girişimcilerine idam cezası verilemez. İdam cezası, devlet eliyle uygulanan bir linçtir, intikam duygularını beslemekten başka bir işe yaramayan göstere göstere işlenen bir cinayettir. Diğer yandan insanlık tarihi boyunca uygulanan idam cezaları hiçbir suçu önleyememiştir.

Darbeci zihniyet demokrasi ve hukukun askıya alındığı yerde filizlenir ve kendine darbe yapacak ortam bulur. Bu darbe girişimi de Kürt meselesinin müzakereci yöntemle çözümlenmesi yolunda kurulan masanın devrilmesi, sözün yerini yeniden silahın alması sonucunda, şiddetli çatışmaların yaşandığı, asker, polis, örgüt üyesi ve sivil yüzlerce insanın öldüğü, ölmeye devam ettiği, büyük yıkımların, katliamların yaşandığı, antidemokratik uygulamaların sıradanlaştığı, meşru seçimin yok sayılarak yinelendiği, tek adam yönetiminin dayatıldığı, hak ve özgürlüklerin askıya alındığı, hukuk güvenliğinin ve toplumsal barışın ortadan kaldırıldığı 2016 Türkiye'sinde yaşandı.

Gerçekten darbelere karşı durmak, Türkiye'nin darbeler tarihini temelli bitirmek istiyorsak, bunun yolu sorunları diyalog ve müzakereyle, demokratik siyasetin barışçıl yöntemleriyle çözme tercihinden ve becerisinden, hukuk güvenliğini korumaktan geçer. O yüzden darbeye karşı mücadele gerekçesiyle hukuk ve demokrasi askıya alınamaz.

Bu kapsamda darbe girişimi ertesi Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyeleri ile 2745 Hakim ve Savcı hakkında başlatılan açığa alma, gözaltına alma şeklinde uygulanmaya başlanılan soruşturmanın üzerinde durmak lazım.

Anayasanın 139. maddesi ile 2802 Sayılı Hakimler Savcılar Kanunu'nun 44. maddesine göre "Hâkimler ve savcılar azlolunamaz, kendileri istemedikçe Anayasada gösterilen yaştan önce emekliye ayrılamaz." Hakimlik ve Savcılık teminatı denen bu kural, yargı bağımsızlığının olmazsa olmazıdır. Bunun devamı olarak da hâkim ve savcıların soruşturması için özel düzenlemeler getirilmiştir. Terör örgütü üyesi oldukları iddiası ile yüksek mahkeme üyelerinin, kürsü hâkim ve savcılarının açığa alınmaları, polis zoruyla gözaltına alınmaları hâkimlik teminatını ortadan kaldıran bir uygulamadır. Ayrıca bu kadar çok sayıda hâkim ve savcının terör örgütü üyeliği ile suçlanması, darbe girişimi ile ilişkilendirilmesi iddiasının kendisi çok vahim ve korkunçtur. Yoksa yasayla yapılmak istenen yargının tasfiyesi[1] darbe girişimi bahanesiyle mi gerçekleştirilmek isteniyor? Haklarında somut delil olmadan darbe girişimi gerekçe yapılarak bu hâkim savcılar tasfiye ediliyorsa bu da çok büyük yaralar açar, telafi edilemeyecek sorunlar yaratır, bir türlü 'demokratik hukuk devleti' olamayan sistemden iyice uzaklaşılır.

Darbeye karşı durduğunu iddia edenlerin darbeciler gibi davranmaya hakkı yoktur. Darbelerden korunmanın tek yolu hukuk güvenliği ve demokrasidir.

NOT: Bu hafta 11 Temmuz'da yapılan Akkuyu Nükleer Santral (NGS) keşfini yazacaktım, darbe girişimi Akkuyu NGS yazısını önümüzdeki haftaya bıraktı.

[1] http://www.haberekspres.com.tr/yarginin-tasfiyesi-makale,4743.html