Ülkemizin henüz gündemine girememiş olsa da Nisan 2015'de sözde Ermeni Soykırım iddialarının 100.yılı vesilesiyle ülkemizin başını ağrıtacak zorlu bir sürecin başlayacağını tahmin ediyorum. Bunu ön görerek; Ermeni soykırımı emperyalist bir yalandır demek ve Yunan Parlamentosu'nun bu konudaki kararını protesto etmek için Atina'ya giden Talat Paşa Komitesi üyesi 13 Türk, Yunanistan'a sokulmayarak havalimanından geri çevrildi. Avrupa'nın sözde düşünce ve ifade özgürlüğü konusundaki çifte standart tutumunu bir kez daha yaşamış olduk.

Haber Ekspres Gazetesi'nde 17 Mart 2012 tarihli köşe yazımda 1991-2002 yılları arasında üç dönem Ankara Milletvekilliği, aynı zamanda AGİT Parlamenter Asamblesi ile Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisinde Başkan yardımcılığı yapan Sayın Uluç Gürkan'ın İzmir'de Ermeni Sorunu'nu Anlamak-Önyargıları Aşmak ve Nefretten Arınmak isimli kitabının ikinci baskısının tanıtımını gerçekleştirdiğini ifade etmiş ve kitapta sizlerin de dikkatini çekebilecek saptamaları paylaşmıştım. 2015 yılının kritik bir yıl olduğunu düşünüyorum. Bu sebeple bu saptamaları hatırlatmak ve bunların bilinciyle argüman oluşturmanın önemli olduğunu düşünerek yeniden paylaşma ihtiyacında bulundum.

O dönem; ulusal bir sorun olan Ermeni iddiaları karşısında içi boş vatan-millet tepkisinin kendimizi yeterince ifade edemediği ve uluslar arası kamuoyunda destek bulamadığı açık. Bu alandaki ulusal bilinç eksikliğini gidermek isteyen, Türkiye halkının soykırımcı olarak tanımlanmasını hak etmediğini düşünen, tarihi belgelere ve hukuki bilgilere dayalı düşünce sistemine sahip olmak isteyen herkesin mutlaka okuması, hatta devletin bu konuda resmi tezini oluştururken başucu referans kitaplarından biri olması gerektiğini düşündüğüm bir çalışma diye ifade etmiştim. Bugün yine aynı düşündeyim.

***

Uluç Gürkan Türkiye'nin soykırım suçlamalarını 'tencere dibin kara, seninki benden kara' edebiyatıyla karşılamaya çalışmış olmasını anlamsız ve kısır bir tartışma olarak değerlendiriyor ve Türkiye'nin tartışması gerektiği üç temel konuya işaret ediyor. Bu üç temel konunun hem tarihsel hem de hukuksal olarak 'Ermeni Soykırımı' ezberini bozacağını iddia ediyor.
Birinci nokta; 1948 tarihli Birleşmiş Milletler (BM) Soykırım Sözleşmesine göre soykırım suçunun tüzel kişilere değil, gerçek kişilere yöneltilmesi gerektiğidir. Yahudi Soykırımında suçlanan Alman devleti ve ulusu değildir. Suçlama Alman Devlet Başkanı Hitler'den başlayarak, onun komutanlarından karakol görevlilerine kadar uzanmaktadır. Suça karışmış kişiler ayırt edilmektedir. Ermeni soykırımı suçlamaları ülkesi ve ulusuyla Türkiye'ye yöneltiliyor ve bu uluslar arası hukukta bir suç olan nefret söylemine dönüşüyor. Bu söylem Türkiye'ye karşı düşmanlık duygularını tetikliyor. Gürkan'a göre Türkiye, bu hukuk dışı ve ırkçı söyleme son verilmesini, 'soykırım' iddialarını tartışmanın önkoşulu yapmalıdır.

İkinci nokta; soykırımın varlığı ya da yokluğuna karar verecek yetkili merciin kim olduğudur. BM Soykırım Sözleşmesi bu yetkili merci olarak parlamentoları değil yargı organlarını belirlemiştir. I.Dünya savaşı sonrasında çok sayıda İttihat Ve Terakki yöneticisi toplu katliam suçlamasıyla üç yıla yakın Malta'da tutulmuş ve soruşturma kapsamına alınmıştır. Soruşturmayı yürüten İngiliz Kraliyet Başsavcılığı, işgal altındaki Osmanlı arşivleri yanında İngiltere ve Amerika'da bu kişiler aleyhine hukuki geçerliliği olan hiçbir katliam kanıtı bulamamış ve kovuşturmaya gerek olmadığı hükmüne vararak serbest bırakılmalarını sağlamıştır. Malta'daki bu yargılama sürecinin Ermeni soykırım iddialarını kökten çürüten hukuki sonuçlarını Türkiye'nin anımsaması ve sahiplenmesi kaçınılmazdır.

Üçüncü nokta ise; tehcir uygulaması ile ilgilidir. Tehcir 1949 Cenevre sözleşmelerinin ek protokolü uyarınca askeri gereklilik kapsamında değerlendirilmeye açıktır. I. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Ermenileri'nin silahlı isyanı ve Çarlık Rusyası'nın yanında savaşa katılması, tehcir uygulamasının askeri gereklilik bağlamında değerlendirilmesini haklı kılmaktadır. Unutulmamalıdır ki Yahudi soykırımı gerçekleştiğinde Alman Yahudilerinin Almanya'ya karşı ne silahlı bir direnişi ne de Almanya'nın savaş halinde olduğu ülkelerle işbirliği söz konusudur. Ünlü tarihçi Bernard Lewis 'Ermeni Soykırımı' iddialarını bu nedenle yadsırken, I. Dünya Savaşı yıllarında Osmanlı topraklarında yaşanılanları bir savaş trajedisi olarak tanımlamıştır. Sürekli 'soykırımcı' olmakla damgalanmak istenen Türk halkına yapılan haksızlığı sergileyen ve çözümler öneren bu kitabı en kısa zamanda edinerek okumanızı öneriyorum.