AKP'li yetkilinin ağızdan; "Hem Atatürk hem İnönü hem Menderes'in, hem yürütme hem yasama elindedir. Tam bir başkanlık sistemidir. Bugünkü Amerikan sisteminden daha güçlü başkandırlar..." Ve Atatürk dönemini kastederek; bugünkü Amerikan başkanlık sisteminden daha güçlü bir sistem olduğunu şu sözlerle ifade ediyor: "Obama'nın zavallı bir durumu var."
Burhan Hoca 'Zavallı Obama' diyor. Çünkü parlamentoda hiç bir etkisi yok. Ama hem Atatürk'ün hem İnönü'nün hem Menderes'in hem yürütme hem yasama elindedir. Tam bir başkanlık sistemidir. Bugünkü Amerikan sisteminden daha güçlü başkandırlar."

İçinden geçtiğimiz çarpıtma sürecinde tanık olduğumuz akla zarar açıklamaların nerelere tırmandırılacağını kestirmemiz için ipucu bu sözler... Söyleyenin yanlış yorumu bir yana, bir Anayasa Profesörü'nün, ABD Başkanı Obama üzerine görüşü hayret verici. Elbette bu konular hakkında bilgi sahibi olmayanlara konuyu bizler açıklayacağız, ancak bu konuları çok iyi biliyor olduğunu düşündüğümüz Anayasa hocalarına da Obama'nın zavallı olmadığını anlatmak zorundaysak işimiz çok zor...

Atatürk'ün Kurtuluş Savaşı sonrasında kurduğu Meclis ile anılan "Meclis Hükümeti Sistemi" kuvvetler birliği sistemidir. ABD'deki Başkanlık Sistemi ise katı kuvvetler ayrılığına dayanır. Türkiye'deki sistem ise, AKP iktidara gelmeden önce kuvvetlerin yumuşak ayrılığına ya da işbirliğine dayalı Parlamenter Sistem'di. Bugün Türkiye'de yürürlükte olan sistem ise; fiili Başbakanlık sistemidir. Devletin 1961 Anayasası ile oturtulduğu hukuk devleti anlayışının boşaltılması ve çok partili sistemin, AKP öncesinde kurulu ve faaliyette olan sistem partilerinin tavanlarından çözülmesi ile geldiğimiz nokta budur. Mecliste yer alan tüm partilerin 'uzlaşma' adı altında iktidar kanadından dayatmalarla sistemde yaratılan çatlağın içine çekildiği otoriter, hatta yurttaşların her an izlenip, dinlenildiği algısından bakınca totaliter bir uygulamanın halen yürürlükte olan anayasayı fiilen rafa kaldırıldığı 'sözde barış' süreci içindeyiz.

Atatürk'ün özlemi demokrasidir. Bunu çeşitli vesilelerle dile getirmekle kalmamış, demokrasinin gereği olan alt yapıyı da hazırlamıştır: Kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınarak demokrasinin temeli olan "genel ve eşit oy" prensibinin yaşama geçirilmesi ve Türk Medeni Kanunu gibi... Bu yazıya sığamayacak kazanımları var Türkiye'nin. 1924 ve 1930 çok partili yaşama geçme çabalarını da unutmayalım. Atatürk'ün tüm özlemlerini yaşama geçirmeye ömrü vefa etmemiştir. Atatürk devrimlerinin akıl, bilim, çağdaşlık, ilericilik, bütünlük ve tutarlılıkla ulusu tutkalladığını, çok partili yaşama geçildikten sonra siyasetle zarar verilmesine karşın devleti bu bütüncül anlayışın ayakta tuttuğunu kimse yadsıyamaz. Bugün ayrışıyor ve çatışıyor oluşumuzu, tutarsız, ayrıştırıcı, akıl karıştırıcı, geçmişi kurcalayarak hesaplaşan ve çarpıtarak geriye sürüklemeye çalışan anlayışla açıklayabiliriz.

Atatürk ve İnönü'nün iktidarda oldukları dönem tek partili süreçtir. Türkiye, İnönü'nün dirayetiyle 1945'de çok partili siyasal yaşama geçme iradesini ortaya koymuştur. Tercih çoğulculuktan yana yapılmıştır. Ve buna rehberlik eden bizzat İnönü olmuştur. Her iki liderin de dönemlerinin koşullarının çok ilerisinde olduklarını tarih yaptıkları ile yazdı, yazacak... Bugün geriye gidişi iki lider üzerinden pazarlamak isteyenlerin özleminin Meclis üstünlüğünü geri getirmek olduğu anlaşılıyor. Çoğulcu yapıyı tasfiye edip, tekçi yapıyı kalıcılaştırma çabalarının çok partili sistem içinde yaşanıyor olması, tek partili süreçte ilerici adımlar atılan bir ülke için ne ironik bir durum.

Soluduğumuz havada baskıların giderek artıyor olması, otoriter rejim özlemlerinin ülkeye demokrasiyi getiren liderler üzerinden pazarlanmasına seyirciliği arttırıyor. AKP öncesinde üniversitelerin senatoları açıklama yaparlar, hükümetleri uyarırlardı. Siyasal partilerin sayısı azaltıldı, üniversitelerin sayısı arttı, bilimin sesi soluğu kesildi, tek sesli medya hepsinden boşalan yeri iktidar lehine doldurur oldu.
Batı'da demokrasi mücadelesi siyasal iktidarın gücünü arttırmak için değil, siyasal iktidarın gücünü sınırlamak için verildi. Obama zavallı değildir; yetkileri tanımlanmış, sınırlanmıştır. Bu devleti güçlendirir, yurttaşı devlet karşısında güçlü kılar ve hukuk güvencesi  getirir. Bizde olduğu gibi yasa yolu ile yurttaş mağdur edilemez; hukuk bunun önünde engeldir. Bizde birileri inatla, yanlış bir şekilde sistemi Başkancı olarak anlamaya ve anlatmaya çalışıyorlar.

Demokrasiyi sandıktan bir şekilde çoğunluğu sağlayanın her istediğini yaptığı sistem olarak algılayan anlayışa, "iktidarın sınırlandığı rejimdir", "seçilmişlerin değil, seçenlerin özgür olduğu rejimdir", "seçilenlerin seçenlere sorumlu olduğu rejimdir", "iktidarın değil, muhalefetin güçlü olduğu rejimdir" diye anlatmaya çalışmak boşuna...

Bugün iktidarda olan anlayış; kendi anayasasını yapmaya kararlı; ancak gün geçtikçe öyle bir çıkmaza saplanıyor ki; kendisine en büyük desteği veren ABD Başkanı'nı bile zavallı görerek meramını anlatmaya ve ülkeye demokrasinin gelmesi için kapı açan liderler üzerinden otokrasiyi pazarlamaya çalışıyor.

Atatürk ve İnönü dönemlerini anımsayacaksak, devletin bir ciddiyeti, ağırlığı vardı. Şimdi, tutarsız, dayanaksız, çarpıtılmış açıklamalar var. Bilim insanlarına sesleniyorum. Bizler, topluma doğru bilgileri aktarmak için bilimin içindeyiz. Seyircilik konu hakkında bilgisi olamayan için bir derece hoş görülebilir, ancak bilgisi olanlar susmaz, susamaz... Bilim susarsa, akıl susmuş demektir.

İçinden geçtiğimiz taraf olmayanlara ağır bedeller ödeten bu dönemi ileride yazacak olanlar tanımlayacak daha doğru kelimeler bulacaklardır. Medyanın tarafgirliği, üniversitelerin ve bilim insanlarının suskunluğu ile yoğun psikolojik propaganda altında bilgiler, bildiklerimiz çarpıtılıyor. Hepimizi akılsız yerine koymaya çalışıyorlar; toplumun aklı ile adeta dalga geçiliyor.
Ziya Paşa'nın ünlü dizelerini aklıma getiriyor bu süreçte yaşadıklarımız:
Hali ne zaman kaldı cihan ehl-i tama'dan
Sen zatını bu aleme elzem mi sanırsın,
En ummadığın keşfeder esrar-ı derunun,
Sen herkesi kör, alemi sersem mi sanırsın?