Daha önce duymamıştım, Rauf. R. Denktaş'ın sözüymüş: "Hayatta hiçbir zaman yalpalamayacaksın, düşüncelerinde bir ileri bir geri adımlar atmayacaksın, her dönemin adamı değil, her dönem adam olacaksın." Kendisini tanımlamış diyebiliriz kısaca. Vefatının ardından tanıklık ettiğimiz kimseye böylesi nasip olmayacak sevgi ve saygı seli boşuna değildi. Söylediklerimizden çok, söylediklerimizin arkasındaki duruşumuzla sürülüyor izimiz. Uğurlama töreninde arkasına yığılan hepimiz için kilit soru şu ki; Denktaş'ı son yolculuğundan önce sahiplenmeyi başaramamışken, davasını ne kadar sahiplenebileceğiz?

Güzel insanların güzel ve doğru deyişlerini iletmek sözellikte duygusallaşmanın ötesine taşımıyor bizleri. Söylenen doğruların yaşamımızda ne kadar yer bulduğu belirliyor kaderimizi. Türkiye'de değerler savruldukça, bu değerlerle tanıdığımız kişiler sınavdan geçmekteler. Geri adım atmayanların başına gelenlere bakarak kendisinin telaşına düşenler kadar, birilerinin başına gelenler üzerinden düşüncelerinde  ısrar edenleri caydırmayı iş edinenlerle içine çekildiğimiz cendere her geçen gün biraz daha daralıyor. Kendiniz olarak kalmanızın önündeki barikatlar her geçen gün yükseltiliyor. Sürecin mimarları ve kolaylaştırıcılarından çok, bir şekilde değişime ayak uyduranlar ve bunun için gerekli kılıfı hazırlayanların diğerleri üzerinde kurdukları baskı çok daha şiddetli ve acıtıcı oluyor. Herkesin şu veya bu nedenle birbiri üzerinde mobbing uyguladıkları bir süreçten geçiyoruz.

Sınavı hep okulla özdeşleştirdiğimiz için, yaşamın kendisinin hepimiz için bir sınav (hatta en zorlusu) olduğunun, farkında bile değiliz. Ve hepimizi söylediklerimiz ve yazdıklarımızdan çok yaptıklarımız tanımlıyor. Bir zamanların sıkı Atatürkçüleri ve sıkı solcusu olarak tanımlanan kişilerin gevşeyişlerine bakarak, bugün dayatılanları kabullenmemiz gerektiğini telkin edenleredir bu sözlerim. Telkin ve tembihle terbiye edilerek bulunduğunuz yerden birleşik kaba dönüşen cenderenin içine girmeyi kabullendiğinizce her dönemin adamı oluyorsunuz. Cendereye her giren kendi olmaktan çıkmış oluyor. Kendi olmaktan çıkanların sayısınca bizi biz yapan değerlerimiz her geçen gün biraz daha çözülüyor ve kendimizi yeni dayatmalar karşısında kıvranır buluyoruz.
 'Atatürkçü Cumhuriyet'ten  adım adım uzaklaştırılırken,  'İslam Cumhuriyeti'ne yakınlaştığımız bu süreçten doğrudan mimarlar kadar, kendi korkuları ve edindikleri yerden olma telaşları kadar kendi dışlarındakilere telkin ve tavsiye ile korku giydirmeye, olmadı baskı kurmaya çalışanlar da sorumlular. Üstelik bu kişilerin mangalda kül bırakmayan sözleri de yakın tarihimizde asılı duruyor. Bulundukları yeri korumak adına verdikleri ödünlerle değerlerinden vazgeçtikleri kadar kuşatmaya teslim oluyorlar.

Bakmayınız Atatürkçülerin eleştirisi  üzerinden yürütülen kampanyalara, sorun Atatürkçüler değil, Atatürkçü Cumhuriyet'in değerlerinin tasfiyesidir. Giderek ölçüyü yitiren sözcükler ve ağır ithamlarla hedef gösterilen, hatta suç giydirilen, Atatürk Türkiyesi'nin değerlerini benimsemiş kişilerin dönemin adamı haline getirilme çabalarına direnişlerinin kendileri için bedeli ağır olsa da kuşatmanın çemberinin genişlemesine katkı ve tuğla koyanlar arasında yer almayışları açısından önemi ve değeri büyüktür.

Adına kuşatma, hesaplaşma, baskı, korkutma, sindirme... ne derseniz deyiniz, içinden geçtiğimiz süreç olağan değil. Bizi biz yapan değerlerimizi olağan koşullarda değil, olağanüstü koşullarda tutmak ve tutunabilmektedir başarı. Bu büyük sınavdan hep birlikte başarı ile çıkabilmemiz için reçete Denktaş'ın sözlerinde ve duruşunda var. Kendimiz kaymayalım diye düşüncelerimizi kaydırmayı seçmenin bedeli birleşik kaplar kuramının işletildiği sürece dahil olmak ve her geçen gün birilerinin eklenmesi ile iyice daraltılan cenderenin içine toplaşarak sıkışmak demektir.
Çekenin de, çekilenin de sıkıştırıldığı bu cendereden ne zaman ve nasıl çıkacağız sorusuna herkes kendi olmaktan çıkmadığı, düşüncelerinde yalpalamadığı, Atatürk'ün fikir ve kurumlarını terk etmediği sürece yanıtımız olacak. 'Andımız' ve 'Gençliğe Hitabe'nin tartışmaya açılarak kaldırması telkinlerinin devleti temsil edenlerce yapıldığı, 19 Mayıs kutlamalarının kısıt getirilerek kaldırılmaktan daha ağır yaptırıma bağlandığı, dinin toplumun çimentosu haline getirilmesi girişimlerinin, 'dindar cumhurbaşkanı' söyleminden sonra, 'dindar gençlik' hedefi ile açıkça ortaya konulduğu, hakaret içermeyen düşüncelerin sosyal medya ortamında paylaşılması suç olurken, Atatürk'e ve Atatürkçü olarak tanımlananlara hakaretin çoğaltıldığı bir süreçten geçerken hala değerlerden ve bu değerlerin arkasında durmaktan söz ediyor olmamız cenderede hala kımıldayacak dar bir alanın kaldığının göstergesidir. İçine hepimiz çekildiğimizde bu sürece dolaylı ya da doğrudan destek çıkanların, kendileri yalpaladıkları yetmiyor gibi direnenleri de yalpalatmaya kalkışanların  pişmanlıkları hiçbir işe yaramazken, veballeri çok büyük olacak. "Süreci durduramayız" diyerek parçası olma kolaycılığını seçmek yerine, ilerlemesine destek olmayanların içinde dimdik durabilenler her dönem adam olarak kalabilecekler. Bedeli ne olursa olsun değmez mi?!..
(NOT: Buradaki 'adam' kelimesi, alışıldık üzere 'erkek' kelimesinin değil, duruşunu her hal ve koşulda koruyabilen kadın-erkek herkes için kullanılmıştır.)