Son bir haftamıza terörle damgasını vuran acı, üzüntü, gözyaşı, öfke, isyan, umutsuzluk, çaresizlik, güvensizlik... hepimizin hissettiği karmaşık duygu seli içinde, aynı süreçte yitirdiğimiz sanatçı Levent Kırca'nın bizlere veda (vasiyet) ettiği, daha güzel bir dünyada görüşme dileği, insanca bir yaşam için nerede toplaşmamız gerektiğini de işaret ediyordu: "Cumhuriyet'le kalın!... Atatürk'le kalın!..."
Terörün soluğunu yitirdiğimiz canlarımızla neredeyse her gün hisseder ve sarsılırken, tarihimizin en büyük terör eylemi  ile hep birlikte aynı anda yüzleşip, artçılarını kolay atlatamayacağımız derin bir sarsıntı yaşadık. Teröristi bomba haline getirip, Başkent'imizin merkez noktasında patlatanların amacı, asıl hedefi ve vermek istedikleri mesaj ile kime, kimlere yaradığı konusu itildiğimiz büyük travma içinde yok olup gitmemeli. Gerçek suçlular bulunmalı. 
Lanetlemek ve kınama ile yetinilmemeli. Kim terör ve teröristin yanında durur ki? Hangi amaç insan canından daha değerlidir? İnsanı yok ederek neyi var edebiliriz? İnsanı, insani değerleri, insanlığı teröre kurban ederek elde edilenin kime ne yararı olur? Amaç sarsmaksa, evet, ulusça sarsıldık... Acılı, üzüntülü, kaygılıyız. Yiten canlar yanında, yaralanarak yaşam boyu insanlık dışı saldırının izlerini taşıyacak olanlar için de yanıyor yüreğimiz.
Tehdit altında bir coğrafyanın içinde olduğumuzu bilerek akılcı, dikkatli ve ülke çıkarlarımızı kollayan dış politika izlemeyişimizi, dışımızdakilere had bildirmeye kalkışan söylemleri, koruyup kollamamız gereken sınırlarımızı açarak, kendi güvenliğimizi tehdit edişimize yol açan gelişmelerde rolü olanları hâlâ sorgulamayacak mıyız? Yaşadığımız travmanın Suriye politikamız ile ilgisi yok mu?
            
Avrupa birlik olmuş, kendi sınırlarını korumak  için Türkiye'ye para teklif edip, Suriyeliler sizde kalsın, yeni gelecek olanları da alın, buna karşılık biz de size vize kolaylığı sağlayalım diyorlar. Türkiye'ye sömürge gibi davranma cesaretini nereden alıyorlar? Daha önceki anlaşmalarımızdan doğan bir hakkı pazarlık konusu ederek, üstelik hemen değil, zamana yayarak ve belli koşullarla sağlayacaklarmış?!.. Bu tabloya bakarak; kendi içlerine sorun almadan krizi Türkiye'ye yığmayı düşünen AB ülkelerinin Türkiye'yi kendi içlerine alacaklarını hâlâ düşünenler varsa, akıllarından kuşku duymak gerekmez mi? 
"Türkiye'de Suriyeliler kalsın" diyerek 3 milyar euro teklif edip, aynı anda KKTC'yi Rum kesimi aracılığı ile 30 milyar doları aşan tazminatla sıkıştırıyorlar. Kaşıkla verip kepçe ile almak bu olsa gerek...
Türkiye'yi yıllardır tehcirle suçlayanların, dünyanın gözü önünde, terör örgütlerinin Suriye'deki halkı tehcir edişine seyircilik etmeleri de bu sürecin bir başka ironisi. 
Dünyayı Ortadoğu halkları için cehenneme çevirenlerin, aynı ülke içinde yaşayan yurttaşları birbirine düşürecek yeni yöntemler geliştirdiklerini, terör ve teröristin gerisinde devletlerin çıkarlarının yığıldığını biliyoruz. Anlayamadığımız, kendi ülkemizin çıkarlarını kollayacak bir iradeyi nasıl hâlâ ortaya koyamadığımız!.. Türkiye çıkarlarını kollamak, toprak bütünlüğünü korumak, tüm ülke yurttaşlarının can güvenliğini sağlamak konusunda ön alacak bir siyaseti ortaya koymalı. 
            
AKP iktidarı ile birlikte tırmandırılarak toplum tansiyonunu yükselten ayrıştırıcı söylem, daha önceki süreçlerde yaşanan kutuplaşmalara yenilerini ekleyerek ilerletildi. Toplum bugün, daha önce hiç olmadığı kadar atomize olmuşken, tam seçim öncesi diğer parti başkanlarına yapılan birliktelik çağrıları pek samimi olmadığı gibi, her konuda dayatmacı olan iktidarın "bizim sürüklediğimiz yerde (hatalarımızda) birleşelim" dayatmasına, "uzlaşma" denilemeyeceği ve diğer partiler açısından  "kabullenme", "boyun eğme" anlamına geleceği de açık. Bu formül, iktidarın muhalefeti "uzlaşmaz" göstererek kaçış ve çıkış aramasından öte değil.
Siyaset ve siyasetçi çözüm üretmek bir yana tıkanıştan sorumlu. Bu yüzden toplumda siyasetçiye güven azalıyor. Burada biz yurttaşlara çok önemli görevler düşüyor. Terörist ve onun uzantılarının asıl amacının bizleri yılgınlığa, ümitsizliğe ve her şeyin anlamsız olduğu duygusuna sürüklemek olduğunu bilerek, öfke ve isyan yerine itidalde birleşmeliyiz. Yaptığımız işi bırakmak değil, tam tersi dört elle sarılmalıyız. Bu aramızdan aldıkları canlara isyan etmediğimiz anlamına gelmez. Yaşamı durdurarak durduracağımız bir süreç değil bu. Kendimizi değil; terörün daha fazla can almasını durdurmalıyız. Türkiye'nin en öncelikli sorunu, yanlış dış politikasını revize etmek. Bunu, bu yanlış politikanın mimarını başımıza getirerek yapamayacağımız açık. Hani bakanlar istifa etsin deniliyor ya!.. Acaba sadece bakanlar mı istifa etmeli?
              
Siyasetin sürüklediği yerden (telefonların dinlenmesi, gözaltı, tutuklama, delilsiz suçlama, yargılama gibi baskıların içinden geçerken, terör ve ölümle tehdidin sokaklarda da tırmandığı yerde "korku"nun yaşam bicimize dönüştüğü süreçten) çıkışımız için yol belli. Siyasal irade bu yolun dışında tecelli ettikçe ulusça ödediğimiz bedel artıyor. Merhum Levent Kırca; aramızdan ayrılmadan tüm bu baskılarla yaşadığımız travma durumunu özetlemiş oldu. Daha güzel bir dünya için, sadece insan olmak yeterli. Hepimizi aynı geminin içine sıkıştırıp çeşitli yöntemlerle oyalayıp, birbirimize düşürmek, çatıştırmak için her yolun denendiğini görerek, aynı siyaset biçiminde ısrar etmek yerine, bu girdaptan çıkmayı başaracak siyaset biçiminde birleşmeliyiz. Teröre kurban verdiklerimize, onları kaybettiğimiz yere "demokrasi meydanı" adını vererek değil, terörün tırmanışını frenleyecek ve otokrasinin daha fazla koyulaşmasının önüne geçecek yeni siyaset biçimleri üretmeye öncelik vererek sahip çıkabiliriz.
            
Usta sanatçının bizlere vasiyeti herkesin dilinde: "Dik durun.. Adil olun, sabırlı olun, enerjinizin sirayet etmesine müsaade edin. Daha iyi bir dünyada görüşmek ümidiyle. Atatürk ile kalın, Cumhuriyet ile kalın, hoşça kalın!!"
Woody Allen'dan alıntı yaparak izlenecek siyasetin ip ucunu da vermişti mektubunda, çoğumuz bunu atladık;  "...Woody Allen; Bir yönetmenin en büyük hatası, bu kötü senaryoyu çekerek adam ederim demesidir" der. Siz de yönetmensiniz. Ailenizi yöneten, işinizi yöneten... Etrafınızı yöneten. "Şu an", yöneten... Birlik verip bu senaryoyu değiştirin ki, filminiz de iyi olsun." 
Daha iyi bir dünyayı, bizi sıkıştırdıkları senaryonun içinde yaratamayacağımız daha başka nasıl özetlenebilirdi? Senaryoyu değiştirmek? Rolleri yeniden dağıtmak... Tam sandık öncesinde, sandığa değil, seçime gitme olanağını yaratabilmek... 
Ve sandıktan hep aynı iradenin çıkması kurgusunun dışına çıkabilmek!... 
Daha yaşanır bir dünya, baskısız, korkusuz, özgür bir iklim, kan kokusu sinmiş meydanlarda isim olarak kalmayacak "demokrasi" için... 
Ve "barış"ın ölüm nedeni değil, yaşam biçimi olabilmesi için...
Senaryoyu değiştirmeye, hemen şimdi, Merkel geldiğinde, "Biz sizin senaryonuzda bize biçtiğiniz rolü oynamak istemiyoruz" diyerek ve elimize tutuşturmak istedikleri paralarını reddederek başlayabiliriz!... Ne demişti merhum Kırca: Atatürk'le kalın...