Merhaba,
Ben Dr.Hüsrev Çetin.
27 yıllık doktorum. Uzun yıllardır kamuda Kulak Burun Boğaz Hastalıkları Uzmanı olarak çalışıyorum. Düşündüklerimi, hissettiklerimi, yaşadığım ve etkilendiğim olayları bazen düz yazı bazen de şiir olarak yazmayı seviyorum. Böylece hem stresli ve yorucu mesleğimin etkilerinden kurtulabildiğim bir alan yaratabiliyor hem de düşüncelerimi insanlarla paylaşma imkanı bulduğumu düşünüyorum. Bundan böyle sizinle her hafta bu köşede birlikte olacağız. Umarım sizlerin hoşuna gidecek, farklı bir bakış açısı sunabilirim.

Bu hafta geçtiğimiz aylarda şehrimizde, İzmir'de yaşanan ve çoğumuzu çok etkileyen bir olaya değinmek istiyorum.
Bir çoğumuz olayı, televizyonlarda, gazetelerde gördü muhakkak. 3 yaşındaki bir çocuk, bir anaokulunun servisinde unutularak, akşama kadar, İzmir'in ağustos sıcağında, araç içinde kaldığı için, havasızlıktan ve sıcaktan can verdi. Sabah sapasağlam evladını, bu anaokuluna teslim eden ana baba için, akşam çocuğunun ölüsünü, bir hastaneden almak korkunç bir olay. Dayanılır gibi değil. Ben dışardan biri olarak bile iki gündür olayın etkisindeyim. Ana baba olarak, evladını böyle kaybetmeye herhalde yürek dayanmaz.

Olayın bir başka boyutu beni daha da çok etkiledi. Çocuğun araçta unutulduğunu farkeden okul yönetimi, önce ambulans bile çağrılmasına izin vermeyip, çocuğun cesedini bir özel hastaneye götürmeyi düşünürken, bir yandan da, oradaki öğretmenlere baskı yapıp, çocuğun araçta unutulduğunu örtbas etmeye çalışarak, okulda bayıldığı şeklinde ifade vermelerini istiyorlar. İşte benim en çok kafama takılan nokta burası. Çünkü önce öğretmenlerden bazıları, anaokulu idaresinin istediği şekilde ifade veriyor. Çocuğun okulda aniden bayıldığını ve çocuğun hastaneye kaldırıldığını ama hastanede kurtarılamadığını söylüyorlar. Çocuğun araçta unutulduğunu görüp, bildikleri halde böyle ifade veriyorlar. Allahtan vicdan sahibi insanlar da var hala dünyada. Onların ifadesiyle gerçek ortaya çıkıyor da, böylece herkes ifadesini o şekilde değiştirmek zorunda kalıyor.

Söz konusu anaokulu süresiz kapatılmış, olay adalete intikal etmiş. Bu küçücük çocuğun ölümünde ihmali olanlar yargılanıp, hesap verecek ve bundan sonra buna benzer olaylar inşallah yaşanmayacak diye umut ediyoruz.

Ama, benim bu olayda, bu yavrunun kaybı kadar üzülüp etkilendiğim bir konu daha var. Gözümüzün önündeki ciddi bir suç işlendiğini gördüğümüz halde, görmezden gelebilir miyiz ya da, bize bir şey olur korkusuyla sessiz kalabilir miyiz? Ya da daha kötüsü, suçluları bildiğimiz halde, çıkarımıza ters düştüğü için, canımız yanar korkusuyla veya herhangi bir sebepten, sessiz kalabilir miyiz? Asıl sorgulanması gereken herhalde bu. Eğer bir toplum da bu tip insanlar çoğalırsa, o toplumun geleceğinin parlak olmadığını söylemek herhalde müneccimlik olmaz. Çevremizde olup biten yalan, yanlış işleri, işlenen suçları, "bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın" diye görmezden gelirsek, bir gün de bize yapılan haksızlığı savunacak birini bulamayız. Her bireyin, yaşadığı topluluğa bir borcu vardır. Yanlışa yanlış, doğruya doğru demek gibi. Toplumsal değer yargıları böyle oluşur. Sadece kendimizden sorumlu değiliz. Çevremizde olup biten herşeyi yargılayıp, haksızlığa dur demek, iyiliği takdir etmek zorundayız. Kimse, yahu ben bir kişiyim, ben sesimi çıkarmasam kimse farketmez diye düşünmemelidir. Herkes Haksızlığın karşısında sesini yükseltmelidir. Bundan zarar görecek olsa bile. İşte ancak böyle, toplumun ortak doğruları, değer yargıları olur. Ve o topluluk gelecek nesillere, yaşanmaya değer temiz bir toplum bırakır. Ve kendisi de, temiz bir toplumda yaşamaya hak kazanır. Unutmayalım temiz toplum, ancak temiz bireyler le mümkün olur.
Sevgi ve selamlarımla , hoşça kalın.