Düşünen Adam heykeli, Auguste Rodin tarafından yapılan sanatsal bir eser.

Paris'te bulunan Rodin Müzesi'nde sergilenen 'Düşünen Adam' heykeli, bronz ve mermer karışımından üretilmiş olup, sıklıkla felsefi düşünceyi anlatan bir simge olarak kullanılıyor.

Küçük boyutta ilk alçı dökümü 1880 yılında yapıldı.

Büyük boyuttaki ilk haline bronz döküm olarak 1902 yılında başlayan Rodin, bunu 1904 yılında tamamladı. Son halini alması 1906'yı bulan 'Düşünen Adam' 1922 yılında o dönemde otel olan Rodin Müzesi'ne taşındı.

Eserin bir kopyası da 13 Haziran - 03 Eylül 2006 tarihleri arasında İstanbul'da bulunan Sakıp Sabancı Müzesi'nde sergilendi.

Genelde birçok yazar eserinde 'Düşünen Adamı' kullanır.

Ben de 'Düşünen Adam'dan kaynaklanan bir yaklaşımla tek konu üzerinde iki görüşü ele alacağım.
Sonucu yani yorumu size bırakıyorum:

'Tek çare İslam Birliği'

İsrail'in 3 Yahudi gencin ölümünü bahane ederek Filistin'e havadan ve karadan saldırılar düzenlenmesini ve masum sivillere yönelik saldırılarını değerlendiren Anadolu Aslanları İşadamları Derneği (ASKON) İzmir Şube Başkanı Zekeriya Hazırbulan, İsrail'in sınır tanımaz şiddetinin gün geçtikçe arttığını ve soykırıma varan bir hale dönüştüğünü söyledi.

Üzücü olan!

Irkçılığı kendisine politika ve inanç edinmiş Siyonist İsrail Devleti'nin bu saldırı ve katliamlarına karşı ABD başta olmak üzere dünyanın gözlerini kapadığını hatta İsrail'i savunarak bu katliamlara ortak olduklarını belirten, Hazırbulan, 'Asıl üzücü olan İslam dünyasının İsrail'in Filistin halkına ve Müslümanlar için mukaddes olan Mescid-i Aksa'ya yönelik saldırılarına karşı sessiz olması ve bu konuda net bir tavır koyamamasıdır.' dedi.

Zulüm ve vahşet!

Siyonistlerin tarihinin baştan sona zulüm ve vahşetle dolu olduğunu, bozgunculuğun, zulmün, inkarcılığın, yalancılığın, şeytanlığın, çirkinliğin, ahlaksızlığın, arsızlığın, azgınlığın ve hepsinden önemlisi de ırkçılığın temel özellikleri olduğunu ifade eden ASKON İzmir Şube Başkanı Zekeriya Hazırbulan, Siyonizm'in nihai hedefinin Büyük İsrail projesini gerçekleştirmek ve dünya krallığı kurmak üzerine bina edildiğini belirtti.
Hazırbulan,  'Bu planın en önemli ayağı olan BOP projesi adım adım gerçekleştiriliyor. Fas'tan Endonezya'ya olan İslam coğrafyasının bu plan dahilinde bölünüp coğrafi sınırları yeniden şekillendiriliyor.' diye konuştu.

Doğalgaz kaynakları

İsrail'in Mısır'da yapılan darbede aktif olarak yer almasının ve Mursi'yi devirmesinin ve Gazze'ye yeniden saldırmasının temelinde bu doğalgaz kaynaklarının kontrolünün ele geçirilmesinin yattığını belirten Hazırbulan, 'Maalesef İslam dünyası bu olanların farkında olmayıp bir gaflet içerisindedir. Kuzey Irak'ta Bölgesel Kürt yönetimi tarafından çıkartılan petrol Türkiye kullanılarak İsrail'in Aşthod limanına akıtılmaktadır.

Elbette İsrail askeri olduğu kadar ekonomik olarak bu tür desteklerle daha da güçlendirilmektedir.
Hem de Müslümanlar tarafından. İsrail kimseye aldırmadan canı isterse yakıyor, canı isterse yıkıyor, olmadı sivil silahlı ayrımı yapmaksızın havadan milyonlarca insanın yaşadığı şehirleri bombalıyor vs. Tüm dünya olan biteni izliyor, hatta kimi devletler yaşananlara çanak tutuyor. Bu durumda sormak gerekiyor, İsrail tüm dünyaya nasıl meydan okuyor, tüm dünyanın gözü önünde uluslararası hukuku ve insanlığı nasıl hiçe sayabiliyor?' diye eleştirdi.

Rita Ender yazdı

Bu arada Yahudi  Rita Ender de bir yazıyı kaleme aldı.
Rita Ender, 'Sayıları 17 bin civarında olup, hepsinin zengin,  'işini bilen!', korkak, acımasız, şeytan, lobici, 'fitne satan' ve iyi pozisyonlarda duran insanlar olmadığını anlatmaktan yorulduğumuz bu insanlar (Yahudiler), biz, Türkiye'den gidince ne olacak?' diye soruyor.

Yahudiler gidiyor!

Rita Ender yazısında şöyle diyor?
'Farz edelim ki, biz; tüm Türkiye'li Yahudiler, bu ülkeden gidiyoruz. Kötümser olmayalım, iyi ihtimali düşünelim:

Mecbur kaldığımız için kendi 'isteğimiz' ile gitmeye kalkışıyoruz.

1934 yılında Trakya'da olduğu gibi değil yani,  bile-isteye gidiyoruz. Topluyoruz tasımızı tarağımızı, yapıyoruz bavullarımızı. Arkada bırakarak şehirlerimizi, çocukluğumuzu gidiyoruz. Ofislerimizi, patronlarımızı, öğretmenlerimizi, dostlarımızı, okullarımızı, sinagoglarımızı, ölülerimizi, sevgililerimizi, bakkallarımızı, sandıklarımızı, evimizi-adamızı bırakıp gidiyoruz.
Birileri kızgın, söyleniyor; birileri kırgın ağlıyor.
Birileri güçlü. Güçlü olanlar teselli veriyor: 'Bizim Türkiye'de geleceğimiz kalmamıştı, her şey bundan daha iyi olacak.'

Güvence ve güven olur mu?

Orada bir sessizlik oluyor çünkü kimse böyle olacağına dair ne bir garanti verebiliyor, ne de bir 'güvence' sunabiliyor.
Geleceği kim bilebilir? Bilinmiyor ve belirsizlik kaygı doğuruyor, çoğu kişi kaygılı.
Yersiz bir kaygı da değil hani, yeni bir yaşam kuruluyor neticede.

Nereye, hangi ülkeye gidersek gidelim, hepimizin yeni işleri olacak, çocuklar yeni okullara gidecekler. Yeni evlerde yemek yapacak; yeni evlerde Şabat'ı karşılayacağız.

Yeni bir dille konuşacağız, yeni bir dilde yazmayı öğreneceğiz.
Artık ana dilimiz haline gelmiş olan Türkçeyi yalnız kendi aramızda kullanacağız, bir zamanların Ladinosu gibi.

Her şey silbaştan!

Yeni siyasi partilerin oyunlarına adapte olacağız, yeni politikacılara şaşıracağız, yeni bir devlet ile karşı karşıya kalacağız.
Yeni bir meslek edineceğiz, eski işimizi yeni koşullarda yapacağız. Yeni bir para birimini kazanmak için mücadele edeceğiz. Yeni yollarda tökezleyeceğiz. Okuyacağımız gazeteyi yeniden bulacağız, gideceğimiz restoranları, sinemaları, barları da.

Yeniden yorulup, sıkılıp, bunalıp eskiyi özleyeceğiz. Gurbet psikolojisiyle rakı içeceğiz. O sırada Türkçe bir şarkı çıkacak birinin ağızdan. Hisleneceğiz, hislenince birbirimizden farklı tepkiler vereceğiz.

Birisi soracak, 'Gitmeseydik ne olacaktı?'

Bunun cevabını da kimse bilemeyecek. Herkes tahminlerini sıralayacak.

Peki, biz gittikten sonra bu ülkede ne değişecek?
Bizlerin hayatı, iyi ihtimale göre yazılmış olan yukarıdaki senaryo gibi değişecek olsun; Türkiye'de ne değişecek?

 
İzmir'de düşmanlık yok

Mümkün olan halleri içinde hayat devam edecek. Burada hayat her zamanki kargaşası, iniş-çıkışları ve tüm duygu yoğunluğu ile sürerken, Türkiye'deki, Yahudi düşmanlığı bitecek mi?
Bitmeyecek. Ve maalesef, Yahudi düşmanlığının Türkiye'de hiçbir zaman bitmeyeceğini söylemek için geleceği görmeye veya karamsar olmaya gerek yok.
Türkiye'deki Yahudiler hakkında ezbere bilinenlerin dışındaki çoğu bilgiyi araştırmalarına borçlu olduğumuz Rıfat N. Bali'nin de binlerce kez yazdığı üzere;
'sanılanın aksine antisemitizm, münhasıran Türk Yahudilerini ilgilendiren bir mesele değildir. İleriki yıllarda Türkiye'de tek bir Türk Yahudisi yaşamasa bile antisemitizm devam edecektir.

Dolayısıyla bu mesele, küçük bir azınlık topluluğunun meselesi değil, Türk toplumunun genelini ilgilendiren bir meseledir. Antisemitizm, sadece Türkiye'ye has bir mesele de değildir.'

Vatana ihanet!

Bilmiyorum Fransız düşünürlerin geliştirdikleri 'iklim teorisi' (théorie des climats) ile açıklanabilir mi ama şu sıcaklarda Türkiye'de sergilenen Yahudi düşmanlığı yine öncelikle 'vatana ihanet' suçlamalarına dayanıyor.
İsrail'in gerçekleştirdiği Gazze Operasyonu karşısında, Türkiyeli Yahudilerin yine bu vatana aidiyetleri sorgulanıyor ve İsrail'e bağlılıkları-bağlı olma olasılıkları lanetleniyor. 'Bunlar İsrailli', 'orduya para gönderiyorlar', 'gerekirse İsrail'e gider savaşırlar da...'

 
İzmirli olarak


Burada söze karışmak istiyorum:

Türkiye'de ve özellikle İzmir ve Ege'de böylesine bir düşünce hakim değil.

Belki Yahudi yazarın yaşadığı İstanbul'un bazı semtlerinde vardır.
Rita Enderin yazısı şöyle devam ediyor:
'Yüzlerce yıldır buralı olan bu insanlar; bizler ise, tüm bu asılsız suçlamalarla nasıl mücadele edeceğimizi şaşırıyoruz. İlk akla gelen, ilk yapılan 'vatan, millet, Sakarya' dörtlüklerine sarılmak oluyor. Sadakat bağlarımızı birilerinin gözüne böyle sokuyoruz.
Sokmak zorundayız da çünkü birileri sürekli kapıyı yumrukluyor: Sinagogların önüne gelip, tehditkar şekilde bağırıyorlar, yaşadığımız mahallelerde gamalı haç ve Hitler portreli t-shirtleriyle dolanıp çocukların gözlerinin içine bakıyorlar. Özellikle sosyal medya üzerinden gönderilen mesajlarla sürekli küfür edip, oy kullanma hakkımız olmadığından doğal olarak seçmiş de bulunmadığımız yabancı bir devletin hükümetinin kararlarını ve daha kötüsü vicdansızlıklarını bizim suçumuz olarak algılıyor ve adlandırıyorlar. Ve gerçekten onurumuzu kırıyorlar.

İşte gerçek bu

Gazze'de yüzlerce insan acımasız şekilde öldürülürken, İsrail halkı Hamas'tan da savaştan da bıkmış ve ciddi anlamda yılmışken, bizim burada 'kırılan onurumuz'dan bahsetmemiz lüks oluyor. Haysiyetten bahsetmek şımarıklığa dönüşüyor. Fakat nefret söylemleri en çirkin haliyle devam ediyor.
İsrail devletinden bahsetmek isteyen biri, bir Yahudi bulduğunda hiç çekinmeden 'Siz!' diye hitap ederek Orta Doğu hakkındaki sözlerine başlayabiliyor.
'Biz buralıyız' içerikli cevaplar karşısında ise, bazen bu cevabı veren-vermek zorunda kalanlar da utanıyor.
Çünkü insan kendine soruyor:
Buralı olmasam ve burada bulunmayı seçsem, o zaman bu saldırılar haklı mı olacaktı?

Amerikalı bir Yahudi'nin mesela, Türkiye Cumhuriyeti devletinden aldığı tüm izin belgeleri, çalışma ve yaşama izni ile hukuka ve devletlerarası antlaşmalara uygun olarak burada Yahudiliğini saklamadan huzurla yaşama hakkı yok mu?  Zaten pek matah olmayan 'Yahudi'nin ancak yerlisi mi makul bulunmak zorunda?'

***

DİP EKSPRES

Ödül geri gidiyor


Erdoğan'ın Gazze saldırısı nedeniyle İsrail'e yönelik sert eleştirileri sonrası, Başbakan'a 2004'te cesaret ödülü veren ABD'deki İsrail lobisinin en etkin kuruluşlarından Amerikan Yahudi Kongresi, ödülü geri istedi.

Başbakan Erdoğan da 'Alsınlar başlarına çalsınlar' diyerek ödülü geri vereceğini açıkladı.