Kuzeyimiz, güneyimiz, doğumuz, batımız, kuşatılan coğrafyamızda ve Kuzey Afrika ülkelerinde çiçeklerin, renklerin ve mevsimlerin  (yasemin, gül, karanfil, turuncu, bahar, ... gibi....) adı ile yaşanılan devrimlerin dışındaymışız gibi gösterildik hep. Baharın müjdecisi 21 Mart günü Türkiye'nin uzun süredir yönetilen "açılım" sürecinin düğmesine  basıldı. Bizde yaşanana devrim adı verilmiyor, bayram adı ile anılan  bu gün, devrimler literatüründe "papatya" adı ile yerini alır artık!... 
          

Sarı-beyaz renklerle AKP tarafından kimlik vurgusu yapılarak, "Kürt vatandaşlarım" söylemleri ile başlatılan süreç, çeşitli isimlerle yönetilerek (demokrasi süreci, açılım süreci, İmralı süreci, müzakere süreci, çözüm süreci, barış süreci, .... gibi... ) papatyaların açtığı, baharın müjdecisi bir günde "isyanı bitireceğiz" noktasına sürüklenerek; alenen "isyan" ilanına dayandı.  
          

Basından izlediğimize göre; yüzlerini puşilerle kapatan PKK'lı teröristler Lice'de kutlamalara katılmışlar ve Türk ordusuna ağır kayıplar verdirdiklerini ileri sürerek, "Birçok eyalette alan hakimiyetini sağladık. AKP devleti büyük bir yenilgiye uğramış, Bu yenilgi sonucu önderliğimizle müzakereleri başlatmıştır" diyerek kutlama yapmışlar ve zafer işaretiyle dağa dönmüşler... Bu görüntü ve söylemlere Türkiye'nin genelinde bayram varmış havasında yayın yapan ulusal medya itibar etmediği için görüntü yaygınlaşmadı.
         

Bayram kutlamaları hakkında Türkiye'de yüksek sesle yapılan tartışma, açılımın kutlandığı Diyarbakır'da Türk Bayrağı'na yer verilmemiş olmasıydı. "İmralı" diye isimlendirilen yer, "cani" denilerek oraya hapis edilen ve yönettiği hareketle 35.000 kişinin ölümünden sorumlu tutulan bir terör örgütünün liderinin ikamet ettiği hapishane. Güne damgasını vuran açıklama hapishanedeki terörist başından geliyor... O'nun söyledikleri, "bayrak neden yok?" sorusu etrafında örtülüyor. İçerik tartışılmıyor. Sürecin İmralı'dan yönetilmesi normalmiş gibi bir algı yaratılmak için, sanki herkes bu süreci onaylıyormuş gibi bir hava yaratmaya çalışan medya ve oturumlarda yer bulan süreç kolaylaştırıcıları ülkede uğultuya dönüşen fısıltıları görmezden geliyorlar.
          

Son on  yıldır, toplumu baskılayacak çeşitli taktikler  uygulanarak yönetilen bu süreç normalimiz gibi yansıtılmaya çalışıyor. Algı yönetimi ile topluma yaşananları yüksek sesle aktaranlar süreci normal gibi göstermeye çalışılıyor; ancak  toplumun gerçek algısı fısıltılarda toplaşıyor. Telkinlerle yaygınlaştırılmaya çalışılan yanlışa rağmen, toplum doğruyu terk etmiyor... Ülkede yürürlükte olan hukukun içi boşaltılarak ilerlenen bu süreç G. Burdeau'nun bir sözünü anımsatıyor: "İhtilal; hukukun kesilmesi kopması değil, fakat hukukun yapısının dönüşmesidir". Toplumun güç dengesi dönüşümü; gözümüzün önünde hukuk boşaltılarak gerçekleştiriliyor. Terör sayfasını açanlar, mücadele edenleri müzakereye çekerek  davalarını meşrulaştırma gayretine girişirken, Türkiye terörle mücadeleden, teröristle müzakere eden ülke konumuna itilmiş oluyor. Terörün bitmesini elbette hepimiz istiyoruz, iyi niyet ve verilen aşırı tavizler bu süreç için yeterli mi? Nitekim, Lice'de kutlamalara katılanlar silahları ile havaya ateş açarak alandan ayrılmışlar... 
           

Terörist başının demecinde satır aralarına bakalım: "Ben bugün milyonlarca kişinin şahitliğinde yeni bir süreç başlatıyorum.... Silah değil, siyaset öne çıksın. Bu bir sonuç değil yeni bir sürecin başlangıcıdır.... Yeni bir anayasaya gerek yok. 1924 anayasası yeterli.... Bu mücadeleden vazgeçmek değil, yeni bir mücadelenin başlangıcı...... Bu mücadeleyi bırakmak değil daha farklı bir mücadeleyi başlatmadır..... Yeni bir model kurmayı amaçlıyoruz...."
           

Bu sözler barış sözleri mi gerçekten? Meclis iradesine ne oldu? Türkiye'nin kaderi hakkında bir kişi mi karar verecek?  Suç ve suçlu kavramının fiilen dönüştürüldüğü bu süreç; devletin hukuki niteliğinin ortadan kaldırıldığı ve Meclis'in iradesinin üzerine hala suçlu konumunda olan bir kişinin iradesinin geçirildiği anlamına mı geliyor? 
             

Süreç devam ediyor; "yeni mücadele"den kasıtları ne? Göreceğiz... Türkiye'yi yönetenlerin görmesi gereken de, yaygın hale getirdiklerini zannettikleri algının, sadece bunu dillendirme şansı tanınan iktidar yandaşı medyada toplaşan destekçilerine ait olduğudur;  toplumun fısıltılarında toplaşan algı çok farklı. Topluma giydirilmeye çalışılacak yeni model neymiş? Bu modeli yalnızca açıklama yapan bilmiyor kuşkusuz... Modeli kimler, nasıl oluşturdular? Bu model kimlerin işine yarayacak? Sözü edilen, Türkiye'nin sınırlarını genişletiyormuş gibi bölerek, küçültecek bir model mi? 
             

Fısıltıların uğultuya dönüşeceği, uğultuların da kulakları sağır edeceği noktaya doğru ilerliyoruz... Ülkenin gerçeği fısıltılarda birikti. Baskı rejimini yönetenlerin de farkında oldukları bir gerçek bu. İzleyerek ve gözetleyerek denetlediklerini ve baskıladıklarını düşündükleri toplumun gerçeğini, izler ve gözetlerken kendileri de görüyor olmalılar ki baskıyı giderek arttırıyorlar.