Arkadaşımla, Basmane Gar alanı içerisindeki metro girişine yakın kahveye oturup iki demli çay söyledik. Sırtımızdan doğru vuran güz güneşinin sıcaklığında çay içmek gerçekten iyi geldi. "Öfkeleniyorum," dedi arkadaşım ve ekledi:

"Sokak çöpçüleri, sanki her şey çok düzgünmüş gibi kaldırımlara düşmüş sarı yaprakları sürekli süpürüyorlar. Bırakmıyorlar şöyle güzün tadını çıkartalım!"
           
Eh, haksız da sayılmazdı doğrusu. Büyük kentlerin karmaşasında rant yaratmaya dönük süren eski yapıların yıkılıp yerlerine daha çok katlı yeni yapıların yapıldığı ve adına, "kent yenileme" denilen delilik sürecini yaşıyorduk. Kaldıysa bir iki kaldırımda dut, akasya ağacı kalmıştı; onların yere düşen sarı yapraklarıyla yetinmek durumundaydık, bu bile bize çok görülüyordu.
            
Çok mu düşsel satırlar bu dediklerim. Düşselse hadi Gazeteci Ali Sirmen'in, 1986 yılında Çağdaş Yayınlar tarafından 2. baskısı yapılan, "On İki'den On İki'ye Türkiye" kitabını açıp okumaya başlayalım. Başlayalım da hastane ile cezaevi koğuşlarında gökyüzüne, sokaklara, kırlara, denizlere, göllere, dağlara, yapraklara özlem neymiş görelim:

"Yürüyorsun... Arnavutköy'den Bebek'e doğru...

Bahar gelmiş!
              
Yüksekkaldırım'dan aşağı bir çocuk iniyor, koltuğunun altında gramer kitabı. Kuledibi'nde, köşeden, turşucunun karşısındaki manavdan çağla bademi alıyor. Bademin sütlü çekirdeğini çıkardıktan sonra, atıyor ağzına; damağında bir bahar tadı, koltuğunun altında gramer kitabı, iniyor Yüksekkaldırım'dan aşağıya gamsız.
              
Patnos'ta Çoban Hasso'nun oğlu daha baharı görmedi. Ağaçlar çiçeklenmedi henüz, karlar da kalkmadı tüm. Yavaş yavaş, orada burada görünmeye başlıyor mor mor kar çiçekleri. Genco, ayağında üstü yırtık, altı yarık lastik ayakkabıları ile baharı duymuyor, soğuk tabanlarından doğru bütün vücuduna doğru yayılıyor. (...)
               
Behice Hanım, Sakarya Kapalı Cezaevi'nden görüyor mu baharı? Can Yücel, Adana'da, demirparmaklıklı pencere ardından, çiçeklenmiş ağaçlara bakabiliyor mu? Toptaşı'ndaki Âşık İhsani için de geldi mi bahar?
               
Karşıyaka kabristanında, mezarlar üstünde çiçekler açmış, diyorlar. Bunca baharı özleyen ölüler görmezler ki bu çiçekleri. (...)
               
Pentagon'da generaller, farkında değiller baharın; beton binalar içinde, gizli kapılar ardında, çok başlıklı yeni füzelerin projelerine eğilmişler.
               
Pnom Pen'in kenar mahallelerinde bir çocuk aniden patlayan bomba ile parçalanıyor. (...)
               
Şili'de yurtseverlerin sağ kalanları ve de sağ kalıp da işkence görmeyeni ya da işkence görse bile, hiç değilse ayakta duracak kadar sağlıklı olanı ve de kaldığı hücrede bir penceresi bulunanı düşünüyor, yapraklara bakarak, geçen eylül yaşadıkları kanlı ilkbaharı."
               
Ey sokak çöpçüleri, ey sokak çöpçülerinin şefleri! Bırakın gözümüzün ve gönül gözümüzün önündeki sarı yaprakları düştükleri yerlerde...