Geçtiğimiz hafta, Çeşme’den kalkan bir Yunan kruvaziyer gemisiyle, komşunun birkaç adasını kapsayan bir yolculuktaydık.

Şiddetli rüzgar nedeniyle hafif sallantılı geçen yolculuğun ardından ilk varış noktamız, Mykonos’tu. Hemen hemen yarım asır önce başlayan turizm hareketiyle bugün Avrupa sosyetesinin tatil yeri haline gelen ada, eğlence hayatıyla meşhur. Burada her an Sarah Jessica Parker, Jean Paul Gaultier veya Kate Moss gibi bir ünlüyle karşılaşmak olası.

Adanın merkezi Chora’nın, yılda birkaç kez boyanan tertemiz dar sokakları, ince bir zevki yansıtıyor. Şık butikler, restoranlar, bar ve kafelerin yanı sıra hoş bir sanat galerisine rastladığımız sokaklarda, görsel açıdan rahatsız edici hiçbir unsur yok. Yapılar, tabelalar ve kullanılan renkler karakteristik ve birbiriyle uyumlu.

“Kapopoulos Fine Arts” sanat galerisinde, İsrailli çağdaş sanatçı David Gerstein’ın sergisi, tüm canlılığı ve davetkârlığıyla bizi karşılıyor. Sokakta yürüyenler, bisiklete binenler, koşanlar, denize girenler, kelebekler, Gerstein’ın hareket ettiği, üç boyutlu olduğu izlenimini veren çok katmanlı, renkli eserlerinin konularından. Sanatçı, gündelik faaliyetleri ve alelade nesneleri ele alarak hayat dolu Pop Sanat (Pop Art) eserlerine çeviriyor.

“Benim felsefeme göre, sanat hayata dokunmalı. Yılda bir kez müzeye gittiğinizde gördüğünüz bir şey olmamalı.” diyen sanatçının eserlerine dokunmak serbest.

Gerstein’ın iyimser, oyunbaz yapıtları dünyanın farklı yerlerinde hem özel koleksiyon, galeri ve müzelerde hem de sokaklarda yer alıyor. Çin’deki hastaneler ve bakım evleri, Gerstein’ın mutluluk saçan eserlerinden almak için sıraya girmiş. Sanatçının tasarımları porselen eşya, saat, servis altığı gibi birçok objeye de uygulanmış.  

İkinci durağımız, Santorini. Malumunuz, bu pitoresk ada, tepeden denize karşı izlenen gün batımıyla ve tipik yapılarıyla tanınıyor. Burada mevzuat, en fazla iki kata izin veriyor ve herkes buna uyuyor.


Bizimle birlikte toplam altı kruvaziyer gemisinin yarattığı kalabalığa, rehberimizin tabiriyle “sonsuzluğa uzanan” teleferik kuyruğuna karşın, sokaklar yine tertemiz.

Oia’daki, tepeye kademeli olarak konuşlanmış, bembeyaz boyaları her daim taze olan minik yapıların, terasların, ufacık türkuaz havuzların arasında mavi kubbelerin göründüğü o meşhur arka planda çekilen fotoğraflar, sosyal medyada en fazla paylaşılan karelermiş. Nitekim, bu manzarayla fotoğraf çekilebilen noktadaki izdihamda kendimize yer bulmak için zorlanıyoruz.

Yunanlı tasarımcılar ve üreticilerin, ülke ve ada kültüründen yola çıkarak ürettiği objeler ile kıyafetlerin özenli bir yerleşimle sunulduğu bir tasarım pazarına rastlıyoruz. Teşhirler sade; ortam adanın mimari yapısıyla, adadaki hakim renklerle uyum içinde. Stilize edilmiş balık desenli yastıklar, grafik tasarımcıların elinden çıkmış kartpostallar, Monopoly kutu oyununun Santorini’ye uyarlanmış hali “Santopoly,” özel tasarımlarla ambalajlanmış zeytinyağı ve sabunlar, oldukça cazip görünüyor.

Adadaki, 17. Yüzyıldan kalma bir konağa yerleşmiş Gyzi Megaron Kültür Merkezi, her yıl konserler, sergiler ve başka kültürel etkinlikleri içeren bir festival düzenliyor.

Nüfusları Alaçatı civarında olan bu iki adada sürekli memleketimiz, Ege kıyılarımız, özellikle de Çeşme ile kıyaslama yapmaktan kendimizi alamıyoruzMykonos ve Santorini, çorak topraklara sahip; bizim kıyılarımız çok daha yeşil ve bereketli. Birçok yemeğimiz ortak. Güneş burada da aynı şekilde parlıyor, bizim denizlerimiz daha da güzelPlaj partilerinin en coşkuluları, burada da var. Peki tüm dünyadan turistler neden buralara akın ediyor da bize gelmiyor?

Bu sorunun cevabı tek bir yazıya sığmayacaktır, çok boyutlu bir analiz gerektirir. Yine de ilk bakışta, istikrarlı bir şekilde korunan kendine has yapılaşmaların masalsılığı, kaliteli hizmet anlayışı, özgün değerlere sahip çıkılması ve bunların tanıtılması, parlatılması, fark olarak ortaya çıkıyor.

Gezimizin son iki rotası olan Girit ve Rodos’a, önümüzdeki hafta değineceğim.