"Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku" filmini görene kadar bu cümlelerin çok fazla üstünde durmamış, düşünmemiştim.

"Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku"

Bir deniz yolculuğunda gibiydim "Fakat Müzeyyen Bu Derin Bir Tutku" filmini izlerken.

Güvertede karşılaştığım yolcuların bende merak ve ilgi uyandırdığı, ertesi sabah gözümü nerede açacağımı kestiremediğim bir deniz yolculuğu.

Dalgalar inceden gemimizi sallarken, kendimi, o engin denizdeki her hareketi büyük bir dikkatle izleyip anlamaya çalışırken bulduğum bir yolculuk.

O yolculuktan anladığımın, başka bir göze ve kalbe, bambaşka şeyler hissettirebileceğini bildiğim.

Filmin sonunda tek tek akan yazılar eşliğinde biten yolculuğumda, içimde uyanan ve hala uyanmak üzere olanları sindirebilmek adına gemiden inişimi geciktirdiğim.

Salondan çıkarken, içimdekileri sindirdikçe, bana, daha da açık bir şekilde, yeni yeni yollar gösterebilecek o geminin pusulasını hala elimde tutuyordum.  

Hayat bizi yalancı çıkarana kadar bulduğumuz cevapları doğru sandık


Filmden aklımda kalan, film sırasında duyar duymaz not etmeye çalıştığım, çarpıcı sözlerden biri "Hayat Bizi Yalancı Çıkarana Kadar Bulduğumuz Cevapları Doğru Sandık" gibi bir şeydi...

Arif

Romantik, aşk, ilişkiler, kadınlar ile ilgili sorularının cevaplarını arayan, o arayış içinde bir türlü bitiremediği kitabı üzerinde çalışan bir "Arif" var karşımızda.

Kiralık ya da kendine ait oturacağı bir evi yok.

Ya otelde yaşıyor ya da sevdiği kadınların hayatlarına ilişiyor. 

Çok samimi, çok doğal Arif... Tüm zayıflıkları ile kendisini olduğu gibi ortaya koyan bir insan.

Kendi özünü giyinişine, yaşam tarzına bire bir yansıtan; sevgisini, aşkını samimi bir şekilde hayata geçiren; kendini olduğundan başka, olduğundan fazla göstermeye çalışmayan; güçlü durup da, içindeki acıyı gizleme kaygısı taşımayan bir karakter.

Kontrol etmeye, frenlemeye çalıştığı bir tarafı varsa, o da sevdiği kadına duyduğu, duymak üzere olduğu kıskançlık.

Filmde bununla ilgili yakalayıp not etmeye çalıştığım müthiş bir söz var; "Bir başlarsan kıskanç erkek rollerine, o oyunda perde hiç kapanmaz" gibi. Kıskançlıkla insanın içine düştüğü o dipsiz kuyuyu çok güzel bir şekilde tarif ediyor.

Arif, aşk, ilişkiler, kadınlar hakkındaki sorularının cevaplarını ararken, ayrılık acısını da sık sık deneyimliyor. Ayrılıkları "ölüm acısının provası" olarak görüyor. Ne kadar çok ayrılık yaşarsak, o kadar ölüm acısına hazırız diye düşünüyor. Arif'ten not etmeye çalıştığım bir diğer düşündürücü söz de bu.

Müzeyyen

Müzeyyen gizemli, güçlü kadın...

Ne istediğini çok iyi biliyor gibi duruyor.

Sınırlarını net çizen; mesafesini koyan ve koruyan; kendi kalesinin sahibi; çok hoş, çok çekici, "kıskanılacak" kadın.

Sevgilisi olduğunuzda kendinizi özel hissettiğiniz.

Aynı zamanda, sevgilisiyken bile, aslında nesi olduğunuzu sizin bile tam olarak bilemediğiniz.

Ters bir laf etmekten çekinip de, içinizden geleni mümkünse frenleyip, söyleyemeden yuttuğunuz; keskin sözleri ile hayatı önünüze pat diye koyabilen bir karakter.

"Bir şeyin kalbini kırması için, illa yanlış olması gerekmez ki..." gibi.

Arif ve Müzeyyen'in aşkını düşünebiliyor musunuz?

Bir yanda elinde bir çanta, ruhunda cevabını aradığı sorular, hislerini olduğu gibi yansıtan samimiyeti ve içtenliğiyle, bir otel odasında ya da sevdiği kadınların hayatına ilişik bir şekilde yaşayan Arif. Bir barda çalışıp, bir türlü bitiremediği kitabını tamamlamaya uğraşıyor. 

Diğer yanda, sevgilisi olduğunuzda bile ulaşılmaz hissettiğiniz, anlamaya çalışıp da çözmekte zorlandığınız, inanılmaz çekici, gizemli ve güçlü kadın Müzeyyen. Çok hoş bir evde yaşıyor ve çok hoş bir işte çalışıyor.

Hangisi hayatı, aşkı gerçek anlamda deneyimleyebiliyor? Hangisi daha özgür? Hangisi daha mutlu? Nereye gidecek bu ilişki? ...

Binlerce farklı soru, binlerce farklı cevap!

Ya da sadece merak ile izleyeceğiniz iki uç karakterin ilginç aşk öyküsü ve hayatları...

Ne yapacaktık?... Ne değişecekti?... Sonra?...

Bu filmi görene kadar, yan yana gelen bu üç cümlenin, bu filmde hissettiğim o ağır yüklü anlamına dalmamıştım...

Hayatta birçok şeye, nasıl da beklentiler yükleyebildiğimizi... O büyük beklentiler içinde yaşamımızı sürdürürken nasıl da hayatımıza asıl anlam ve güzelliğini veren o küçük, basit mutlulukları kaçırdığımızı, bu kadar çarpıcı bir şekilde hissetmemiştim...

Benim kalbime bunlar da düştü bu filmde...


Davetlisiniz!

Filmin çıkışında elimde hala tutmakta olduğum o pusulayı kendi hissiyatınızda çözmek, görüp hissedeceklerinizi derin soluklarda sindirmek adına siz de davetlisiniz!