Hukuk Fakültesi birinci sınıfta okumuştuk Anayasa Hukuku'nu. Türk Anayasal tarihini de anlatan, siyasete dokunan, tartışması bol bir dersti. Anayasa Mahkemesi olmadan, Anayasa'nın bağlayıcılığının bir önemi olmadığını; yasamanın (ve yürütmenin) keyfine kalacağını, hukukun üstünlüğünün, yasaların Anayasal denetimi ile başlayacağını iyice bellemiştik. Ancak 1961 Anayasası ile kazanmıştık Anayasa Mahkemesi'ni.

O dönemde, 'türbanlı öğrencilerin üniversiteye girmelerinin Anayasa'ya aykırı olduğuna' ilişkin ünlü 1989 ve 1991 tarihli kararlarını vermişti Anayasa Mahkemesi. Siyaset, akademik camia, kamuoyu büyük bir hararetle tartışıyordu konuyu. Biz de liseyi yeni bitirmiş heyecanlı gençler olarak, kendi aramızda katılıyorduk bu tartışmaya.
Yıllar geçti tartışarak. Farklı uygulamalar görülse de Danıştay, Anayasa Mahkemesi içtihadına sahip çıktı. AİHM de, 'türbanlı öğrencilerin üniversiteye girmelerinin yasaklanmasının İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi'ndeki temel hakları ihlal etmediğine' karar vererek, bir anlamda Türk yargısının içtihadını doğruladı. En son 2008'de Anayasa Mahkemesi, üniversitede türbana izin vermek isteyen Anayasa değişikliğini esastan iptal ederek, hukuken son noktayı koydu. Daha doğrusu koydu diye düşünürken, zaman kazın ayağının öyle olmadığını gösterdi.

Uslanmayan (!) öğretim üyesine hapis cezası

İlk önce, siyasal iktidarın yaklaşımıyla ve dönemin YÖK Başkanı başta olmak üzere, YÖK ve üniversite yöneticilerinin tavırlarıyla, Anayasa Mahkemesi kararlarına aykırı fiili durum oluştu. Ama nedense (!), bu fiili duruma rağmen, Anayasa Mahkemesi kararlarının uygulanmasını isteyen öğretim üyeleri vardı üniversitelerde. Esen rüzgarların şiddeti arttıkça her geçen yıl azalsa da, direnmeye devam eden, evrensel 'laiklik' ilkesinden, Anayasa'dan, Anayasa Mahkemesi kararlarından söz eden bu öğretim üyeleri artık çok olmaya başlamıştı.

Güzel bir 'ibret', güzel bir 'ders' gerekti bu ortama. Gecikmedi ibretlik örnek: 'Esat Rennan Pekünlü'. 'Türbanla üniversiteye girmek isteyen öğrencileri uyardı, girenler hakkında tutanak tuttu' diye, eğitim ve öğretim hakkını engellediği iddiasıyla, eski deyimle 'teşdiden' (üst sınıra yakın ceza ile) cezalandırıldı. Yargıtay da oy çokluğuyla onayladı. Bu 'ibret', bu 'ders' epey işe yaradı akademik camiada.      
Peki ne oldu Anayasa Mahkemesi'nin, Danıştay'ın içtihatları, 25 yıldır oluşan onlarca sayfa karar? Biz de bunu arıyoruz desem, fazla mı komik olur? Bireysel başvuru üzerine, Anayasa Mahkemesi de bu kararlarını unutunca, '25 yıl rüya mı gördük?' diye düşünmeden edemiyor insan.

Beğenelim, beğenmeyelim, Anayasa hükümlerine, Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, 'türbanlı öğrencilerin üniversitelere girmesi' hukuken yasaktır. Bu olgu, türbanlı öğrencilerin üniversiteye girmelerinin yasaklanmasının doğru olup olmadığının üstünde bir konu olup, Anayasa hükümlerine göre 'hukukun üstünlüğü' ilkesinin geçerli olduğu Türkiye Cumhuriyeti'nde herkesi bağlayan hukuksal bir zorunluluktur.

Açılan yol

Sonra...
"Üniversitede türban yasağı, kızlarımızın eğitim hakkını kısıtlıyor, 'kamuda türban', 'üniversite öncesi eğitimde türban' kesinlikle olmaz" diye başlayan bu süreçte, aslında tam da beklenen oldu. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun açtığı yolun da büyük etkisiyle, 'kamu çalışanlarında türban', 'TBMM'de türban', 'lisede türban' geldi sırayla.
Evet, evet. Siz devam edin 'türban, özgürlük sorunudur' demeye. Şimdi daha ileri (!) bir hamle olan 'ilköğretimde türban'ı savunmanın zamanıdır.