Ne kadar renkli bir ülkede yaşıyoruz, gündem neredeyse ışık hızıyla değişiyor. Çok garip olduğunu düşündüğümüz gelişmeler, hemen normalleşip, kısa sürede unutuluyor. Bizi yönetenler de, siyasetçisinden, bürokratına bunu iyi biliyorlar doğrusu.

Çok garip, akıl almaz gelişmelere karşı ses çıkarmak isteyenler, unutulmasın diye girişimde bulunanlar da, hedef tahtasına konuveriyor. Prof. Dr. Hayrettin Ökçesiz gibi.

Mutlaka duymuşsunuzdur, hukuk profesörü Hayrettin Ökçesiz, 10 Ağustos 2014 tarihinde Cumhurbaşkanı seçilen ve 15 Ağustos 2014 tarihinde mazbatasını alan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı görevini sürdürmesi nedeniyle, savcılığa suç duyurusunda bulundu.

Olayın Hukuksal Yanı 

Kısaca anımsatırsak, o dönemde Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan'ın, Cumhurbaşkanı olarak seçildiğine ilişkin mazbatasını alınca, Anayasa md. 101/son'daki  "partisiyle ilişkisi kesildiği ve milletvekilliği sona erdiği" hükmü nedeniyle, "Başbakan ve AKP Genel Başkanı" sıfatının devam edip etmediği yoğun biçimde tartışıldı. Sayın Erdoğan, Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı görevine devam etti. Hatta, Cumhurbaşkanlığı seçimi sonucunu açıklayan Yüksek Seçim Kurulu kararı, Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanlığı görevine başlayana kadar, Resmi Gazete'de yayımlanmadı.   
     
Siyasi bir tartışma konusu gibi gözüken bu olayın, -belki siyasi kısmından da önemli- hukuksal yanı vardı. Ama, siyasi yansıması olan hukuksal konulara dokunanın eli yanardı bizim ülkemizde. Sanki bunu bilmezmiş gibi, sonra diğer tüm akademik hukuk çevreleri de ağır bir sessizlik içindeyken, savcılığa başvuru yapan Prof. Ökçesiz'in de başı derde girdi tabi. Önce hakkında disiplin soruşturması açıldı, şimdi de yeni eğitim yılında derslerinden el çektirildi. Umarım başlayan mobbing, burada sona erer, arkası gelmez. 

Netameli Konulara Bulaşmama Huyu


Bizim akademik camiamızda, özellikle akademik hukuk dünyasında, netameli konulara bulaşmama huyu vardır. Akademik camiamızın bu huyu, AKP iktidarı döneminde, -doğal olarak- iyice arttı. Ülkemizdeki hukuk ihlalleri çığ gibi büyürken, uydurma dijital delillerle insanlar cezaevlerine tıkılırken, "ceza usul hukuku", "delil yasakları" gibi ilkeler yerle bir edilirken, kimsenin çıkıp doğru dürüst açıklayamadığı bir gizli tanık garabeti hukuk sistemimizin başına dert edilirken; ne yazık ki akademik hukuk camiamız üç maymunu oynadı. (Bu konuda sayıları pek fazla olmayan, korkusuzca mücadele eden değerli akademisyenlerimizin varlığını anımsatmadan geçmeyelim.)  

Üniversite kavramını, sadece belli uzmanlık konularında sistemli eğitim veren bir eğitim kurumu tanımına sıkıştırmaya çalışan; akademik kariyeri, "sorgulama", "kuşku", "niteliksel özgüven", "yaratıcılık" ve "özgünlük"ten uzaklaştırıp, belirli prosedürleri yerine getirmekten ibaret bir süreç haline getiren yaklaşımın başka bir sonuç vermesi de beklenemezdi zaten. Bu yaklaşımın altyapısının, 1980 darbesi sonrası oluşturulan mevzuat ve YÖK ile kurulduğuna da bir cümle ile olsun işaret etmek gerek.

Böyle bir ortamda, Hayrettin Ökçesiz gibi profesörlere daha çok soruşturma açılır. Yüzüne söylüyorlar mıdır bilmem ama, pek çok akademisyen meslektaşının aklından geçeni, herhalde Hayrettin Ökçesiz de tahmin ediyordur. "Senin üzerine vazife mi hocam?"