Geçtiğimiz hafta, sağlık çalışanlarının birçok sıkıntısıyla birlikte 14 Mart Tıp Bayramı kutlandı. Meslek hayatımda her zaman şükranlarımı sunduğum değerli hocalarım Levent Sevinçok ve Celal Odağ'ı sevgiyle anabilmek ve tüm meslektaşlarıma sevgi sunabilmek adına Celal Odağ'ın sevgi üzerine ders notlarından bazı bölümleri sizlerle paylaşmak istedim. 

Sevgiyi sevgiden uzaklaşmadan, onun estetiğini bozmadan tanımlamak çok güçtür. Çünkü sevgi herkesin bildiği, bildiğini sandığı, bildiğine inandığı ama anlatamadığı bir şeydir. Bazen bir davranışla kendisini ele verir. Bazen bir sözcükte, bazen de bir bakışta yankılanır.

Batı toplumunda gelişimin ilk dönemlerindeki anne çocuk ilişkilerine çok önem verilir. Bak'a göre doğumdan sonraki dönemde bebek tüm dikkatini annesinin yüzüne verir, sürekli ona bakar. Bu nedenle bakışlar ve yüz büyük bir önem kazanır. Bu önem ileri yaşlarda da sürer. Ama sevgi, bakış dışında sayısız biçimlerde yankılanır ve kendisini kolayca ele verir. Bu nedenle sevgiyi gizleme çabaları sonuç vermez. Sevgililer gizlediklerine inanırlar ama bakarlar ki sevgileri herkesin dilindedir.

Sevginin bir diğer özelliği kolayca anlatılamamasıdır. Betimlemeye çalışırken sevgi, sevgi olmaktan çıkar, yumuşaklığı, estetiği ve güzelliğini yitirir, sevgisizleşir. Birçok öğeyi birden içermesi onun anlatımını güçleştirir. Birçok araştırmacı sevginin özet bir tanımının yapılamayacağı inancındadırlar.
Fromm'a göre sevgi gelişen bir olgudur ve ilkelden olguna doğru bir gelişme gösterir. Olgun sevgi, iki kişinin bireyselliklerini yitirmeden bütünleşmeleridir. Fromm sevgiyi insanları çevrelerindeki engelleri aşarak başkalarıyla birleştiren etkin bir güç olarak görmektedir. Kernberg sevginin ülküleştirme ile başladığı kanısındadır. Ülküleştirmeye yakın ilişkiler kurma tutkusu ve şükran duyguları eşlik eder. Sevilene yakınlık gösterme, onu anlamaya çalışma ve onun yakınında bulunma istekleri bunları tamamlar. Ona göre sevgide doyuma ulaşılabilmesi, derin ve sürekli ilişkilerin kurulabilmesine bağlıdır. 

Celal Odağ'a göre sevgide birleşme, iki bireyin tüm güçlü, eksiksiz ve değerli, kısaca ülküsel yanlarının birbirlerini bulması, karşılıklı yansıtılan ülküsel öğelerin kaynaşıp bütünleşmesidir. Bu süreçte eksik, güçsüz ve yetersiz yanlar yadsınır ve algılanmaz. Sevgideki bütünleşme, sevenin başkasını kendisinde ve kendisini başkasında bulduğu iki yanlı bir yakınlaşmayı içerir. Ancak, yakınlaşma, beklentileri ve düş kırıklıklarını da birlikte getirir.
Bergmann, sevgideki coşkulu başlangıcın bilinçdışı beklentileri kamçıladığı görüşündedir. Sevgililerin birbirlerinden çocukluk döneminde açılan yaraların iyileştirilmesini de beklediklerini ileri sürer. Ona göre böylesi aşırı beklentilerin düş kırıklıklarına dönmesi kaçınılmazdır. Sevgide ülküsel ruhsal öğeler birleşirken kötü, yetersiz ve eksik yanların görmezden gelinmesi düş kırıklıklarının önemli bir kaynağıdır. Düş kırıklıkları, coşkulu dönemde görmezden gelinen olumsuz yanların algılanmasıyla başlar. Ülküleştirilen ve böylece olduğundan daha güzel, daha anlayışlı ve daha sıcak algılanan sevgilinin eksikliklerinin farkına varılması düş kırıklıkları doğurur ve coşkuyu önce nefrete sonra ilgisizliğe dönüştürür.

Sevginin coşkulu döneminde ilişkinin ülküsel düzeyde oluşu çiftlerin birbirlerini gerçek yanları ile değerlendirmelerini engellemektedir. Aynı dönemde sahiplenme duygusu onları acele kararlaştırılmış bir evliliğe itebilir. Bu, riskli bir karardır. Çünkü karar ne denli hızlı verilmişse düş kırıklıklarının yaşanma şansı da o kadar yüksektir. Düş kırıklıkları sadece ilgisizliğe neden olmaz, nefret çiftleri birbirlerinden soğutur ve uzaklaştırır, sevgiyi yıkar, tüketir, ayrılmaya neden olur. Ancak yaşanılan düş kırıklıklarına dayanan ve onları işleyebilen kişiler de vardır. Bunu başaranlar saygı ve güven ağırlıklı sürekli ilişkiler kurabilirler. Mutlu evlilikler böyle gelişir. Yaşlandıkça daha da değerlenen gerçek dostluklar, güvenilir arkadaşlıklar bu yollardan geçerek pekiştirilirler.

Sevgiyi bir köşe yazısına sıkıştırabilmek elbette mümkün değil. Sevginin tüm hayatınızı doldurması, bu satırları okuyanlara sunabileceğim en büyük dilektir.