Kimdi giden kimdi kalan
Aslında giden değil
Kalandır terk eden
Giden de
Bu yüzden gitmiştir zaten

Futbola ara verildikçe köşemde siyaset; ülke sorunları ile ilgili yazılar yazmaya gayret ediyorum. Bugün Cumhurbaşkanlığı seçimleri nedeniyle oluşan seçim yasakları sebebiyle tekrar futbol üzerinden bir yazıyı paylaşmak istedim.
   
Murathan Mungan 'Terk Eden' isimli şiirinde beni çok etkileyen sorgulamasını yapmış. 'Aslında giden değil, kalandır terk eden' derken çok sevdiğim derinlemesine bakışa müthiş bir sorgulama katmıştır. Ben de bugün Sizlerle şunu sorgulamaya gayret edeceğim. Kaybeden her zaman yenilen midir? Kazanan her zaman yenen midir?
   
Çocukken babamla gittiğimiz Altay maçlarında Atatürk stadında nedense her zaman rakip takım taraftarları arasına düşerdik. Ona rağmen çocuk olmanın verdiği cesaretle onların ortasında Altay lehine tezahüratlar yapar, 90 dakika durmadan kendi takımıma destek verirdim. Altay taraftarlarını karşıdan izler; inşallah bir dahaki sefere yerimiz onların yanında olur diye umut ederdim. Sonradan öğrendim ki Altay taraftarı her zaman Atatürk Stadında kapalı tribünün sol tarafında yer alırmış. Bunu öğrenip; yaşın da ilerleyip rakip takım taraftarı içerisinde onlara sataşmayı tehlike haline getirmesiyle artık ben babamı hangi tribüne götüreceğimi öğrenmiştim.

20 Kasım 1988'de Atatürk Stadında rakibimiz Gordon Milne'in üst üste 3 kez şampiyon yaptığı Beşiktaş idi. Metin-Ali-Feyyaz ve Ferdinand'lı efsane takım karşısında Nevzat Güzelırmak yönetiminde bugün teknik direktörlüğümüzü yapan Ramazan Torunoğlu, Kaleci Zafer; Yüksel, Aykut ve Yesiç'in olduğu Altay vardı. Kağıt üzerinde Beşiktaş favori gözükse de benim Altay'a inancım tamdı. O yüzden maça beraber gittiğimiz esnaf komşumuz, hasta Beşiktaşlı bakkal Adnan Abi ve babamla Altay'ın kazanacağına dair iddiaya girmiştim. Stada gittiğimizde onlarla yollarımız ayrılmıştı. Israrla onlarla beraber sağ tarafa gitmemi isteseler de benim yerim kapalının soluydu.
   
Maç öncesi Altay tribünlerinde müthiş bir coşku vardı. Konfetiler hazırlanmış; tezahüratlar gırtlaklar kesilircesine yüksek sesle bağırılıyordu. 'İzmir'de oturuyorsun; İstanbul'u tutuyorsun' diye başlayan sinkaflı tezahüratta ikircikte kalmıştım. Bağırdığımız tarafta babam; sevdiğim Adnan Abi vardı. Ama o günün çocukluğunda karar verdim; orada olduklarına göre bunu hak ediyorlardı.
   
Ve maç başladı... Belki de tarihin en iyi Altay'ı oyuna başlamıştı. Henüz daha 2. dakikada Aykut'un vuruşu direkten dönmüştü. Ah'lar vahlar daha bitmeden bir dakika sonra Tahir ile birlikte en çok sevdiğim Altaylı futbolculardan Donadoni Yüksel ceza sahasında topu Beşiktaş filelerine göndermişti. 'İşte bu' diye bağırıyordum. Ama Altay fırtınası daha bitmemişti. 8. Dakikada Yüksel bir daha vurmuş, top yine üst direkten dönmüştü. Efsane dedikleri Beşiktaş karşısında 10 dakikada 2 topumuz direkten dönmüş ve 1-0 öne geçmiştik. Akraba gibi hissettiğim Altaylı büyüklerimle beraber sımsıkı sarılmış, omuz omuza yapmış, kendimizden geçercesine bağırıyorduk.
   
Dakika 18 olduğunda belki de Beşiktaş'ın ilk atağında Ferdinand'ın ceza sahasında yükselişini hatırlıyorum. Sanki çizgi filmlerdeki kişiler gibi sıçramıştı ve kafayla durumu 1-1 yapmıştı. Ama Altay hala çok iyi oynuyor, kazanmak için elinden geleni yapıyordu. İlk yarı berabere bitti. Coşkumuz o kadar fazlaydı ki devre arasında bile durmadan tezahürata devam ediyorduk.
   
İkinci yarının hemen başında 54. Dakika'da bugün lafta delikanlı jargon ve tripleri ile hakem yorumculuğu yapan Erman Toroğlu; bizim İmparator Yesiç diye tanımladığımız takımın bel direğini o kadar saçma bir sebepten oyundan attı ki, o an anlamıştım.; Altay'ın kazanmasına izin vermeyeceklerdi. Sonradan adaleti ağzından düşürmeyen adam Altaylı futbolcuların emeklerini, tribündeki bizlerin hayal, umut ve coşkusunu çalıyordu. Henüz durum 1-1 idi ama kendimi tutamadan hıçkırarak ağlıyordum. Biliyordum kaybedeceğimizi, biliyordum bizim kazanmamıza izin vermeyeceklerdi. Yanımda bazı büyüklerim bana 'Sen ilerde çok Büyük Altaylı olacaksın' diyorlardı. Bir yandan ağlıyordum durmadan, bir yandan yemin ediyordum asla Altay'dan vazgeçmeyecektim. O gün beni tribünde teselli eden büyüklerim kimdi hatırlamıyorum ama eminim bugün hala maçlarda beraber gülüp yine beraber kahroluyoruz. Onlar benim ailemden insanlar.
   
Maç ne mi oldu? 10 dakika sonra 'Takoz' lakaplı Recep hayatının en güzel golünü ceza sahası dışından 90'a taktı. Hemen sonrasında geçen yıl teknik direktörümüz olan 'Kibar Feyzo' Feyyaz durumu 3-1 yaptı. Benim için maçı Erman Toroğlu 54.dakikada bitirmişti. Ama Beşiktaş tribünleri, Adnan Abi ve muhtemelen babam çok mutluydu. Onlara o kadar öfkeliydim ki, çıkışta kendi arabamızın camını kırmak bile aklıma gelmişti. Neyse ki çıkışta buluştuğumuzda benim delirmiş ve yıkılmış halimi gören babam galibiyet kutlaması yapmamayı başarmıştı.
   
Şimdi baştaki soruyu soruyorum kendime. Kaybeden her zaman yenilen midir? O gün Beşiktaş kazandı diye sevinenler belki de o maçı hatırlamıyor bile. O gün kaybetmiş gözüksek de yaşadığım duygular, vazgeçmeme inadım, aile olarak kabul ettiğim insanları kazanmam benim kazandıklarım değil miydi? Yaşamın içerisinde de o kadar çok ki, kaybetmiş görünsen de vazgeçmediğin sürece yenilmeyeceğine dair umutlar. O yüzden sizi siz yapanlardan asla vazgeçmeyin.