Birleşik Krallık, yalnızlıktan sorumlu bir bakanlık kurdu. Bakanlık, çok sayıda insanı etkileyen, Başbakan Theresa May’in ifadesiyle, “modern hayatın üzücü gerçeğiyle” ilgili çalışacak.

Geçtiğimiz yıl yapılan bir araştırma, ülkede yaklaşık 9 milyon kişinin sıklıkla veya her zaman yalnızlık hissettiğini ortaya koymuş. Bir diğer araştırma, ülkedeki yaklaşık 200,000 ileri yaşta kişinin bir aydan uzun bir süredir herhangi bir arkadaş veya akrabayla konuşmadığını saptamış.

Ülkede sadece yaşlılar değil, birçok yaştan ve profilden insan yalnızlıktan muzdarip. Doğrudan bir yalnızlık göstergesi olmasa bile, tek başına yaşayan kişi sayısı hayli yüksek; tek kişilik hanehalklarının oranı %28 (Birleşik Krallık Ulusal İstatistik Enstitüsü, 2017).

Araştırmalara göre yalnız olduğunu, yani yeterli sosyal bağı bulunmadığını hissetmek, fiziksel, zihinsel ve ruhsal sağlığı olumsuz etkiliyor. Birçok ölümcül hastalık için risk teşkil ediyor. Britanya’da ileri yaşta kimselerle ilgili çalışan Age UK’in başkanı Mark Robinson, yalnız hissetmenin sağlık için günde 15 sigara içmekten daha zararlı olduğunu belirtiyor.

Birleşik Krallık’ta toplumsal bir mesele haline gelen yalnızlığa zemin hazırlayan sebeplerden biri, ortalama ömrün uzaması ve böylece çocuksuz ev sayısının artması. Bir diğer faktör, sosyal yardım sisteminin yalnız yaşayan ve maddi durumu iyi olmayan ya da işsizlik maaşı alan kişilere bazı destekler sunuyor olması. Boşanma ve evlenmeme sayısındaki artışın yanı sıra insanların coğrafi hareketliliğinin artmış olması da yalnız yaşayan bireylerin sayısını yükseltiyor.

Yeni kurulan Bakanlık’ın amacı hem yalnızlık sorununa dikkat çekmek hem de çözüm için eylem çağrısında bulunmak. “Sohbet Başlatın” mesajıyla, insanları komşularıyla sohbete veya eski bir arkadaşı ziyarete davet ediyorlar.

Neyse ki, modern yaşamın hüküm sürdüğü, hatta kurallarının belirlendiği birçok müreffeh ülkeyi etkileyen yalnızlık, henüz toplumumuzu bu denli ele geçirmedi. Ülkemizde tek kişilik hanehalklarının oranı %14,9 (TÜİK, 2016).

Akrabalık, arkadaşlık ve komşuluk bağları kuvvetli bir kültürün mensupları olarak, sohbet başlatmak, ilişki geliştirmek için teşvike pek ihtiyacımız yok.

Akrabalarımıza verdiğimiz önemi, dilimizden dahi anlamak mümkün. Örneğin görümce, elti ve baldızın karşılığı İngilizce’de aynı kelimeyken, Türkçe’de her birinin ayrı adı var. Aynısı enişte-kayınbirader-bacanak için de geçerli. Anneanne-babaanne, dayı-amca ve teyze-hala ikilileri için de İngilizce’de birer kelime var. Hem de ailelerimizden genel olarak memnunuz; ülkemizde yetişkin bireylerin %70,2’si, kendilerini en fazla ailelerinin mutlu ettiğini belirtiyor (TÜİK, 2016).

Bozkır hayatı yaşayan atalarımız, savaşırken arkadan gelecek herhangi bir saldırıyı kontrol edebilmek için sırtlarını bir ağaca, kaya veya taşa vererek ok atarlarmış. Sırt dayanan taşa verilen “arka-taş” ismi, zamanla “arkadaş” olarak dilimize yerleşmiş. Yani “arkadaş” bildiğimiz kişiler, güvenebileceğimiz, bizi arkadan vurmayacağını bildiğimiz, sağlam zeminler.

“Komşu komşunun külüne muhtaçtır” diye düşünürüz. Apartmanımıza yeni biri taşındığında, bazen bir hediyeyle “güle güle oturun” ziyaretine gitmek, adetimizdendir. Her köşe başında bir marketin olduğu büyük şehirlerde durum değişmiş olabilse de unumuz, şekerimiz veya kahvemiz bittiğinde komşumuzun kapısını çalmak, olağan bir davranıştır.

“İnsan insanın zehrini alır” der, bindiğimiz taksinin şoförüyle, vapurda yanımızda oturan kişiyle veya banka sırasında birlikte beklediğimiz biriyle derdimizi paylaşabilir, derin sohbetlere dalabiliriz.

Bireyselliği, rekabeti ve kişisel faydayı yücelten düzenlerde yalnız hissetmenin yaygınlaşması, kaçınılmaz. Dayanışma, yardımlaşma, paylaşma gibi değerlerimize sahip çıkıp onları zamana adapte eder ve geliştirirsek, yalnızlığın hem bireyi hem de toplumu olumsuz etkileyen yönlerine karşı sağlam duracağımızı düşünüyorum.